İşin verdiği zihinsel kirlilikten mi bilinmez epey bir süredir iş ve kişisel yaşamımda çevremde gelişen olayların -sezgisel bir şekilde- mekaniğini anlamaya çalışıyorum.  Uzun bir süredir mekaniğini anlamaya çalıştığım olgulardan ikisi de yenilik ve rekabet.

Günümüz iş ve pazarlama dünyasında iş insanları ve şirketler yenilik yaparak ve birbiriyle rekabet etmeye çalışarak kısıtlı kaynaklarını harcıyor. Peki bu iki kavram iş sunumlarının ve konferanslarının vazgeçilmez konuları olmasına ragmen günümüz koşullarında gerçekten konşulduğu gibi yüksek öncelikli mi?

Günümüzde teknolojinin ilerlemesi, üretim araçlarının ucuzlasmasi ve bilgiye sahip olmanın avantajının azalmasıyla bir çok sektörde fonksiyonel fayda konusunda farklılaşmak çok zor hale geldi.  Yeni geliştirilen bir teknoloji ve yaklaşım çok kolay bir şekilde başka kişi ve kurumlarca kendi iş amaçlarında kullanılmak üzere (ç)alınabiliyor.

Bu durumu biraz daha somutlaştırmak için sizinle aşağıda oyun teoreminin kurucusu Jonh Nash’ın hayatını konu alan “Akıl Oyunları” filminden oyun teorisini çok iyi somutlaştıran bir bölüm  paylaşmak istiyorum.

Yukarıdaki video’da olduğu gibi rekabet aslında övüldüğü kadar da faydalı bir şey değil. Çünkü bir şey çok değerli veya faydalı ise bunu birden fazla kişi yapmaya başlıyor. Bu durum ise verimi ve onu elde etme ihtimalini de düşürüyor. Günümüz pazarlama dünyasında da aynı sey söz konusu. Faydalı olan bir şeyi birden çok kişi yapmaya başlayınca verimi bunu yapan kişi oranında azalmaya başlıyor.

Örneğin; bundan yıllar once TV reklamlarının pazarlama ve satış hedeflerini gerçekleştirmek konusunda müthiş etkileri vardı. Bir süreden sonra bunu herkes yapmaya başladı. Sonra ne mi oldu dersiniz? Herkes TV’ye reklam vermeye başlayınca buradan elde edilen fayda azaldı. 2000 yıllarının sonlarına doğru ise hayatımıza dijital pazarlama ve sosyal medya girdi. Geçen yıla kadar mevcut kullanım yaklaşımı ve yöntemleri verimli sonuçlar getiriyordu. Şimdi ise dijital pazarlama ve sosyal medyanın yarattığı etki şiddetli bir şekilde azalmaya başlıyor.

Peki yenilikler çağında ne yapmak gerekiyor? Ya akıl oyunları filmindeki gibi diğer rakiplerle anlaşıp rekabetin müsrifliğine maruz kalmadan kendi payımıza razı gelmemiz –ki testosteron hormonunun yönettiği iş dünyasında bu pek mümkün değil– ya da sürekli rekabete maruz kalmayacak farklı ve müşteriye anlamlı gelen ürünler/hizmetler ve iletişim yöntemleri bulmamız gerekiyor. Çünkü artık herşey çok ulaşılabilir, müşteri ve pazarlayan arasındaki asimetrik bilgi seviyesindeki makas nerdeyse kapandı.

Bu nedenle şirketler artık rakiplerine odaklanmaktansa müşterilerine odaklanmalılar. Çünkü nerdeyse simetrik bilgiye sahip bir müşteri profilinin olduğu günümüzde başarının anahtarı rakiplerin stratejilerine cevap vermek değil, müşteriler için anlamlı olabilmek olduğunu düşünüyorum.

*Konu olarak bu yazının tamamlayıcısı olduğunu düşündüğüm Orçun Doğan’ın yazdığı Mor İnek Öldü mü?  yazısını da okumanızı öneririm.