Pascal Bruckner Masumiyetin Ayartıcılığı adlı kitabında şöyle diyor: “İyilik, ne zaman pazarlamayı etkisi altına alsa, aslında iyiliktir pazarlamanın elinde oyuncak olan.” İki kere okunmayı hak eden bir cümle…
Markaların “Bak ben iyiyim, bak ben seni, beni, hepimizi düşünüyorum” demek için k**ını yırttığı bir dünyada yaşamaya başladık. Herkes sosyal olarak sorumlu olduğunu anlatmaya uğraşıyor. Bir markayı tercih ettin diye sana orman mı kurdurmadığı kalıyor, açlara çorba dağıttırmadığı mı… Bir faturayı postayla değil, e-postayla almayı seçtin diye tüm ormanların bekçisi ilan ediyor seni. İnsanlığa bir nevi ucuza günah çıkarma imkanı sunan bir bağışlanma modeli gelişiyor. Peki bu markaların asıl amacı insanlığa hizmet etmek mi yoksa para kazanmak mı? Neden bu iyilik fırsatlarından herkes ve her fırsatta faydalanmaya çalışıyor? İşin özü bu iş gerçekten çalışıyor mu? Yani Knorr, aldığınız her ezogelin çorba için Kızılay’a bağışta bulunuyor diye Knorr satışları artıyor mu, Knorr’a olan sevgi artıyor mu? Bilen varsa Allah aşkına söylesin, hepimiz aydınlanalım.
Oysa insanlar her markadan sosyal sorumlu olmasını beklemiyor. Markaların para kazanmak için var olduklarını herkes çok iyi biliyor.
Vakti zamanında Van depremi sırasında depremzedelere yapılan bağışlarla ilgili şöyle demiştim: “Bunlar sosyal sorumluluk değil, hayır işi”. Bahsettiğim şeyin sandığınızın aksine dini hiç bir tarafı yok. Dediğim şu:
Bir marka olarak topluma karşı olan sorumluluğunu, kendi marka vaadin çerçevesinde yerine getirdiğinde en büyük beğeniyi toplarsın diğer türlü sadece maddi yardım yapmış olursun.
Yani sen zaten öyle bir markasındır ve günün şartları senin için bazı şeylerin önemini daha çok artırmıştır. Sen zaten doğayı koruyan bir markasındır, bir orman yanar ve sorumluluğu herkesten daha çok sırtlanırsın. Sen zaten annelere ve anneliğe önem veren bir markasındır ve anneler günü geldiğine bunu daha yüksek sesle dile getirmen beklenir.
Van depreminden hatırladığım tek bir sosyal sorumluluk işi var. O da MNG Kargo’nun bölgeye göndereceğiniz kargolardan para almaması. Tek kelimeyle müthiş bir işti! Hem sosyal sorumluluğun gereğini yerine getirerek bir şeye öncülük ediyor, yaptım oldu demiyor, hem de yaptığı işle ve hayat amacıyla doğrudan ilgili bir işe imza atıyor. Onun dışında bilmem kimin bilmem kaç para gönderdiği hiç umurumda değil. Bu paraları daha fazlasını kazanma planı yaparak ya reklam için verdiğini düşünüyorum ya da “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” felsefesine inandığım için gösteriş ve saygısızlık kabul ediyorum.
Aslında tüm bunların kaynağı geçtiğimiz günlerde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü çerçevesinde çoğunlukla sosyal medya üzerinden markaların yayınladığı samimiyetsiz mesajlar. Kotex’in kadınlar gününü bağıra çağıra kutlamasını, kadına karşı şiddeti eleştirmesini çok iyi anlarım ama bazılarının “Bu günü biz de boş geçmeyelim.” mantığıyla yazılmış metinleri hiç samimi gelmiyor.
Hem çok beğenildi hem eleştirildi ancak Uludağ Gazoz’un çok konuşulan reklamı bence takdire değerdi. Feminist duyguları kabaranlar “Adam ol” lafıyla ilgili (bence) gereksiz bir alınganlık yaptı. Marka zaten kimlik olarak yanardağın tepesinde gazoz içen erkeksi bir marka ve laflarını erkeklere söylüyor. Bunu akıldan çıkarmamak lazım. Pek çoğunun aksine kadına değil, kendi kitlesi içinde yer alan, kadına hak ettiği değeri vermeyen ve bence sorunun asıl kaynağı olan, adam olmaktan yoksun kişilere sesleniyor ve “Adam ol” diyor (Vakti zamanında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bir iletişim stratejisi önermiştik ve erkekleri hedef alması gerektiğini söylemiştik). Hem de bunu kendini tiye alarak “Gazoz olma, adam ol” diyerek yapıyor. “Kadınsan gel benim gazozumu iç” demiyor. Bir ikinci ajandası yok.
Bu bana göre “Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki” mottosunu benimsemiş Filli Boya’nın Özgecan cinayeti sonrası renklerden arınıp kendi logosunun dahi görünmediği simsiyah bir televizyon reklamı vermesi ve binasını simsiyaha bürümesi çok anlamlı idi.
Anlamsız olanlar ne peki? Kadına karşı pek bir yakınlığı olmayan, günlük hayatında bunu dert edinmemiş markaların bugüne özel yaptığı işlerse buram buram samimiyetsizlik kokuyor. Emekçi kadınlar gününü 10 TL ile satın almaya/ satmaya çalışanlar, işin özünü sindirememiş demektir.
Ey markalara ilişkin kanaat önderleri, işin özü şu!:
İnsanlar salak değil. Sizin neyi ne için söylediğinizi çok iyi biliyor. Sosyal sorumluluk çatısı altında yaptıklarınızı çoğu insan günah çıkarma gibi bile görmüyor. Gözünü para bürümüş fırsatçılar olarak görünüyorsunuz dışarıdan. “Bir yerde birileri mağdur olsa da nemalansak, özel bir gün olsa da faydalansak” diye kendi aranızda toplantı masalarınızda konuşup ellerinizi ovuşturduğunuzu düşünüyorlar.
Çünkü insanlar doğa hassasiyeti neredeyse tartışılmaz olan Tarkan’ın, yeşil alanları yeşil dolar gibi gören Ali Ağaoğlu için konser vermesini bile yadırgıyor.
Samimiyet, samimiyet, samimiyet…
Yorum Yok