Bir japon balığının dikkat süresinin 3 sn. olduğunu hemen hepimiz biliyoruz. Peki ya bizler? Modern dünyanın teknoloji ile büyüyen insanları olarak bizler? Bizim dikkat süremiz kaç sn. biliyor musunuz? Bazı kaynaklar 8 sn. diyor, bazıları ile giderek gerileyen dikkat süremizin bir japon balığından bile daha geriye düştüğünü gösteriyor. Sadece 2.8 sn.*
Hala benimle misiniz? Süper 🙂 Devam edelim o halde…
Bu demek oluyor ki, herhangi bir tüketicinin markalar olarak ona sunduğumuz içerikle ilgilenip ilgilenmeyeceğine karar verme süresi 2.8 sn’ye kadar gerilemiş durumda. Bunun bir başka açılımı da artık çoğu zaman uzun bir film, bir kitap hatta bir makale okumaya tahammülümüzün olmaması.
Atıştırılabilir içerik kavramı da buradan çıkıyor. Tüketicilerin kolayca ve esnek biçimde tüketebileceği bir içerik sunduğunuzda bu atıştırılabilir içerik oluyor.
Günümüz koşullarında tüketicilerin sunduğumuz içerikleri nerelerde tükettiğini bir düşünün: Asansör beklerken, otobüs durağında, sırada, yemek esnasında… Yani aslında hareket halindeyken ya da başka bir şeyle meşgulken kendine ayırdığı minicik zamanlarda. İşte bu yüzden o zamanın tümünü tek bir içeriğe ayırmıyor, en kısa zamanda en fazla faydayı almaya çalışıyor.
Atıştırılabilir içeriğin pazarlamacı ve reklamcılar açısından 2 temel açılımı var:
- Elimizdeki içeriği kısa, dikkat çekici hale getirerek atıştırılabilir kılmak:
Tüketicilerin dikkatini çekmenin en kolay yolu görsel içerikler yaratmak. Çünkü yapılan araştırmalar beyin hücrelerinin görselleri yazılardan çok daha çabuk işlediğini gösteriyor.
(Kaynak: https://vwo.com/blog/wp-content/uploads/2014/04/infographic-visual.png)
9GAG neden bu kadar popüler oldu? Gif’ler, Meme’ler neden bu kadar paylaşılıyor? Twitter’ın 140 karakteri artık hayatımızın her alanını etkilemiyor mu? Bir instagram fotoğrafına neler sığdırabildiğimizi keşfetmedik mi? Sayfalarca yazı yazmaktansa tek bir infografik derdimizi çok daha kolay anlatmıyor mu? Yeni dünya buraya doğru evrilirken, markaların da buna adapte olması mecburi hale geldi.
Üstelik, teknoloji markalara bu konuda çok daha fazla imkan sunuyor: Vine, Snapchat, Pinterest, Instagram tam da atıştırılabilir içerik sunmak için hazırlanmış platformlar. İyi kullanıldığında etkisi de tartışılmaz:
Snapchat’te 41-29’un WWF işi
Vine’da Oreo içerikleri
Ya da Instagram’ın farklı kullanımında Mercedes’in yaptığı gibi
Eğer markanız tüketicilerine bu yolla içerik sunacaksa kendisine şu soruları sormalı: İçerik yeterince kısa mı? Dikkat çekici mi? Tüketici için cazip mi? Paylaşılabilir mi?
Elimizdeki içeriği izlenir ve paylaşılır hale getirerek atıştırılabilir kılmak
Atıştırılabilir içerik deyince ilk akla gelen kısa içerikler oluyor. Aslında tüketicinin dikkatini çekecek kadar iyi bir hikayeniz varsa, tüketiciler uzun olsa bile onu da izliyor ve paylaşıyor. Ancak hikaye dediğiniz şey o kadar da kolay yazılmıyor. Markanın hikaye içindeki yeri o kadar kritik ki, samimiyetsiz ve “bana bir şey satmaya çalışıyor” algısı yarattığınız anda tüketicinizi kaybediyorsunuz. Başarılı hikayeler markaların ne ve nasıl yaptıklarını değil, neden yaptıklarını anlatan hikayeler. Bu tür bir içerik yaratma yoluna gideceksiniz önce kendinize “ürünün ötesinde markam neyi temsil ediyor? Varoluş amacım ne?” sorularını sormalısınız. (Bu konuda detaylar için Şubat ayındaki yazıma bakabilirsiniz)
Google’un arama motoru için yazdığı hikayeye bir göz atın. Arama motoru aradığını bulmak için değil insanları “kavuşturmak” için var diye anlatılınca nasıl da izlenir oluyor;
Son olarak, içeriğinizi atıştırılabilir kılmak için ister hızlı ve küçük yolunu ister uzun ve seyir değeri yüksek yolunu seçin ikisini de yaparken, içeriğin her mecradan (telefon, tablet, bilgisayar) kolayca izlenebilir ve kolayca paylaşılabilir olmasını sağlamayı unutmayın!
Görsel kaynak: http://snackablenews.com/
Yorum Yok