Koton Kids’in yeni reklamını izledim geçenlerde. Karışık duygular içindeyim.

Esasında tatlı bir içgörüye parmak basıyor reklam. Çocuklar kıyafetleri konusunda gerçekten de inatçı oluyor. Reklamda gösterildiği gibi iki şapka takmaktan, hep aynı sweatshirt’ü giymeye, kıyafet konusunda tutturuyor da tutturuyorlar. Türk reklamcılığının demirbaşı güzel bir “cover,” bol bol ürün görme, tatlı bir içgörü. Tüm bunlara fit olmalıyız öyle değil mi ya?

Ben olamıyorum işte. İki cepheden:

İlki kişisel: İki çocuk annesiyim ben de. Çocuk sözkonusu olduğunda “savaşlarını seçmen” gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla, çocuk hep aynı tişörtü giymek istediğinde üstelemeye değmeyeceğine, örneğin, katılıyorum. Ama öte yandan, bir çocuğun düğüne kar montuyla gitmesi, şnorkelle dolaşması bana şirin de, komik de gelmiyor. Şımarıklık gibi geliyor. Çocukların özgürce büyümeleri, kişiliklerini bulmaları gibi etiketler altında aşırı çocuk odaklı yaşamlar sürdüğümüzü, bu etiketler altında şımarıklığın normalize edildiğini görüyorum. Koton Kids reklamında bir nebze de olsa bu tutum var gibi geliyor.

İkincisi daha karmaşık: Tüketimin bu kadar şehvetle, bu kadar küçük yaştan itibaren veya çocuklar üzerinden kışkırtılması konusunda markaların biraz daha vicdan sahibi olmalarını istiyorum. (Burada markayı, markanın sahiplerinden başlayarak , marka adına çalışan, düşünen herkesi kapsayan geniş bir kavram olarak kullanıyorum.)

Yakın zamanda, Fast Company’de güzel bir yazı yayınlandı. Sürdürülebilirlik ve döngüsel/ dairesel ekonomi üzerine: http://www.fastcoexist.com/3050115/true-sustainability-means-circularity?utm_source=facebook

Özetle yazı şu düşünceleri ileri sürüyor: Tüketim, büyümenin motoru ve insanlığın refahı için elzem bir davranış olarak görülüyor. Ama esasında insan refahının varabileceği noktayı kısıtlayan temel bir unsur var: Doğa. İnsanlık tüketimini biyolojik sınırlar içine hapsetmek zorunda. Ama bu zorunluluğa çoğunluk oralı değil. Gelinen noktada örneğin Amerika’da nüfusun % 70’i obez, yemeklerin ise % 40’ı çöpe gidiyor. Zara, Forever 21, ve Gap gibi dünyanın en büyük perakende zincirleri, her ay yeni kıyafetleri dolaşıma sokarak, hem satın alma hevesini, hem de “almazsam biter” korkusunu besliyorlar. Yani, bir başka deyişle, israfı. H&M’in yeni kampanyasının kıyafetlerin geridönüşümü üzerine olması bir tesadüf değil.

Hem sorunun parçası, hem çözümün parçası olmaya çalışıyorlar diyebiliriz. Çelişkiler çağımızın cilvesi.  Türkiye’de bir markanın tüm bunlara kafa yorması bir lüks mü? Özellikle hedef kitlesinin çok az bir bölümünün önceliğiyse bu tip konular?

“Onlar çocuklar, istedikleri gibi olurlar.” Çocuklara görünüm dışında, tarz dışında, kısacası kendilerinin merkezde olduğu bir yaşam dışında bir şeyler öneren markalar da görmek istiyor deli gönlüm.  Çünkü hayatta her şey zaten istediğimiz gibi olmuyor; bazen de hakikaten olmamalı.