“Bir internet-bilgisayar aristokrasisi ve bundan yoksunların oluşturduğu bir televizyon proletaryası ortaya çıkacak.” Umberto Eco – 1990
Geçen hafta katıldığım Disney Channel ve Üstü Dökmen katılımlı bir blogger toplantısında yaşadıklarım, düşündüklerim üzerine burada sizinle bazı fikirlerimi paylaşmak istedim.
Anneler, çocuklar, televizyon, zamane veletlerinin ruh halleri ve buna reklamcılar olarak ne şekilde angaje oluruz diye düşünmeye başladım. Zaten anne olduktan sonra en çok bunu düşünüyor insan… Bilinçli annelik iyi mi kötü mü? Paranoyak ve kontrol delisi mi oluyoruz? Okumadan yetiştirsek daha mı iyi olurdu, bilmiyorum…
Kitap kurdu bir kadın olarak, hali hazırda televizyonla ilişkisi kısıtlı bir insanım. Reklamın ana mecrası olduğu için ben de herkes kadar gündemden haberdar olmak için maruz kalıyorum ama bunu minimumda tutmaya çalışıyorum diyelim.
Söz konusu oğlum olduğunda ise bu işi bir kurallar silsilesine dönüştürdüğüm doğrudur J . 2 yaşına kadar televizyonun evimizdeki bir biblo olduğunu sanan Egemen, 3 yaşına geldiğinden beri günde 1 saatlik, kanal seçimi bana ait olan bir sınırlama ile tv izliyor. O yatmadan biz izlemiyoruz. Dolayısıyla yetişkin kanalları hakkında bir fikri yok. Bilgisayar, tablet, ipad vs bizim evde yok. Dolayısıyla şu an ekranla ilişkimiz tv ile sınırlı diyelim.
Ama bu anneanne-babaanne veya okulla birlikte arkadaş etkisi ile bir kavga konusu mu evde, kesinlikle! Neden ben daha çok izlemiyorum, herkesler izliyor diyor. Ben de fazla TV’nin ona vereceği zararları, bizim evde ve dışarda daha fazla neler yapabileceğimizi kendisine öğretmeye çabalıyorum. Bu elbette kolay bir şey değil, çünkü saatler boyu bir çocuğu eğlemek reklamcı yaratıcılığının ötesinde bir efor gerektiriyor.
Uzmanlar kadar ben de zamane çocuklarının sokak, doğa iletişiminden uzaklaşmasından mutsuzum. Çünkü doğa ve sokak, çocuklara sorgulamayı, hayatta kalmayı, savaşmayı öğretir. Ancak, günümüz şartları içerisinde sokağa salamadığımız doğru çocukları. Eskiden de elbette tehlikeler vardı ama bizler sanırım sosyal medyanın eksikliğinden bu kadar haberdar değildik. Şimdi, biliyor ve korkuyoruz. İzliyor ve ürküyoruz. Çocuklarımızı fanuslarında, olabildiğince sosyal yetiştirmeye çalışıyoruz.
Çizgi filmler de buna adapte oldu, daha interaktif, ekran karşısındakine soru sorarak ilerleyen içerikler oluşturulmaya başlandı. Karakterler süper kahramanlıktan çok güncel hayat ve sosyal yapılar içerisinde, kendilerine güvenen, sorun çözen tipler oldu.
Evet, elbette yeni nesli ekrandan uzaklaştırmak çok da mantıklı bir şey değil, buna katılıyorum çünkü dünya ekran ve ekrandan doğan iş modelleri üzerine evrildi ve dahası da gelecek… Ancak, bizim zamanımızın çabası, sorumluluk algısı, sorgulama yeteneğinin yeni kuşakta azalıyor olmasını ekran mahkûmiyetine yükleyen bir zihne sahibim.
Bunu nasıl aşıyor bazı anneler… Tv kısıtlaması, park, bahçe ( ki her annenin bu lüksü yok, kabul etmek lazım) ve duyusal atölye katılımları ile…
Duyusal atölyelerle ben Egemen 2 yaşına geldiğinde tanıştım. Çocukların, öğrenim sürecine 5 duyu ile hitap eden, keşfetmeyi, akıl oyunları kurgulamayı, müzik, resim, materyal zenginliğini kullanan bu atölyeler, bence oldukça yaratıcı.
Aklınıza gelen en basit materyallerden, bambaşka dünyalar kurup, bunlarla hem annenin çocukla keyifli zaman geçirmeyi, oyun oynamayı öğrenmesini sağlıyor hem de çocuğa sokakta yaşayabileceği deneyimi daha güvenli bir alana taşıyor.
Bir örnekle anlatayım size, Legabebe Aktivite… Instagram ve blog sayfalarından izleyebileceğiniz başarılı bir ekip. Sıradan beyaz pirinci rengarenk boyayarak, çiftlik, dinazor dünyası hatta uzay kurgusu yaratıyorlar. Molfix bebek bezinin içerisindeki jelle, çılgın deneyler yapıyorlar. Makarnaları boyayıp, içerisine kahverengi gıda boyası koyup, toprak yapıp, böcekleri anlatıyorlar. Her atölyede bir kitap okunuyor ve o kitabın konseptine uygun farklı oyunlarla çocuk anlatılan kitabın konusu ile deneyim yaşıyor.
Bu masada kullanılan Molfix ıslak mendil göze basmaz. Ama deneyim yaşatır ve çıkışta hediye edilen bir paket ile eve girilir. İndirim çeki ile alışveriş devamlılığı sağlanır…
Bundan daha keyifli bir kurgu olabilir mi?
Neden anlatıyorum bunları… Değişen sosyal düzen, hayatınızda çocuk varsa daha da etkili oluyor. Ve bu yaşamlarımıza da yansıyor. Çocuğunu eksik bırakmak istemeyen anne, kendine çıkışlar arıyor. Bu çıkış içerisinde markalar olarak geleneksel iletişim yöntemlerinden uzaklaşıp, daha sıcak ve samimi bir yapı içerisinde yer almalıyız.
Zaten ana hedef kitle olan anne, kadın, bıktı bizden. Sürekli beni al denmesinden, sms atılmasından, ekranda sürekli pop-up çıkmasından. Ama çocuğu ile farklı bir deneyim yaşarken, akılcı yöntemlerle karşısına çıkmak, onu durduruyor.
Çünkü anneye, kadına siz, markanın farklı özelliklerini irite etmeden, eğlenceli ve çözümcü bir dille sunuyor oluyorsunuz.
Atölye dünyası daha da büyüyecek. Sokaktan uzaklaşan nesil için yeni sokak atölyeler. Sokaktaki out-door kullanımı yerine, atölyelerde materyal, kullanım malzemesi, sponsor, ürün yerleştirme yapmak ise yenilikçi ve akılcı bir mecra seçimi olacak.
Söz konusu çocuk olduğunda giyimden çocuk bakım ürünlerine, gıdadan oyuncağa kadar pek çok alanda atölyeler yeni iletişim mecralarıdır.
Söz konusu kadın/anne olduğunda, atölye malzemesi olabilecek yüzlerce ürün sayabilirim size…
Nefret uyandırmadan, çözüm ve öneri sunarak, kadının hayatını kolaylaştırıp, hayatına deneyimle girmenin daha iyi bir yolu yok bence…
Deneyin pişman olmayacaksınız…
Sevgiler,
ESRA BAYKAL GÜÇLÜ
Yorum Yok