Üniversiteden mezun olurken insanların size söylediği çok fazla şey var ve çoğunda da haklılardır herhalde; ama dinlemedim, hatırlamıyorum. Eminim ki herkeste de durum bu veya buna yakın.
Kafanızda birkaç şey oluyor “Abi hiç olmadı yüksek lisans yaparım ya.” gibi ve genelde de o yüksek lisans yapılıyor ve iş hayatıyla karşılaştırılması gerektiğinde de çok daha fazla seviliyor.
Beyaz yaka ne zaten o iğrenç bir şey siz öyle olmayacaksınız, dünyayı muhtemelen siz değiştireceksiniz, çünkü dünya siz onu bildiğiniz süredir var. O nedenle bu denklem fazla da sıkıntılı görünmüyor. Ben yoksam film de bitiyor, gerisi çok da önemli olamaz gibi.
Peki kurumsalda işe girenlerde durum nasıl ilerliyor? İlk günkü ÇiçekSepeti temalı Instagram postları “Canım arkadaşlarım<3333 ailem <333 sevgilim <3333444” gibi klişelerin dışında LinkedIn güncelleniyor, haterlar “screenshot” alırken kankalar “like”lıyor bu güncellemeyi.
Facebook’ta konudan haberdar olan aile ve aile yakınları türlü cıvık hareketler yaparak haberdarlıklarını belli ediyor. Peki hikaye burada bitiyor mu?
Ne yazık ki, hayatta zirvede bırakmak gibi bir seçenek yok. Yani zirvenizi bilemiyorsunuz, çoğu zaman daha yukarısı var sanıyorsunuz ya da burası çok dip daha da aşağı düşemem; olsa olsa yükselirim diyorsunuz. Hayat gene hastalıklı humor duygusuyla size çeşitli sürprizler hazırlamış da olabilir tabii, bilemezsiniz.
Acınası derecede kendinden bihaber şekilde gezmesine rağmen çok fikir sahibi olan bölüm arkadaşlarınızı nispeten iyi FMCG firmalarında çalışırken görüyorsunuz ve aklınız karışıyor. Pazarlamaya gönül veren neredeyse her romantiğin geçtiği yollar bunlar. Ama ilksiniz sanmanız da normal.
Peki ama siz lisansınız boyunca pazarlama aşağı pazarlama yukarı diye gezinip günün sonunda kendinizi pazarlayamadıysanız bu sizin hakkınızda ne söylüyor olabilir?
Sandığınızın aksine, bu durum çok da bir şey söylemiyor. Çünkü, olaylar sandığınız gibi ilerlemiyor. Yani, sizi görenler belki eğlenceli-yaratıcı-günceli takip eden yönünüzü görüp “Ay resmen pazarlamacı!” diyor; ancak, kurumsal düzeyde sizin o eğlenceli-yaratıcı-günceli takip eden kısımlarınızın cidden zerre kadar önemi yok. Firmalar; en düz haliyle: şekillenmeye hazır, uyumlu ve sorumluluk sahibi insan istiyor ama siz sanıyorsunuz ki her dev firmada pazarlama departmanı çılgın atıyor, inanılmaz fikirler üretiyor, sürekli ezber bozuyor, her hafta ekip olarak saçını farklı renge boyayıp en “hip” yerlerde takılıyor.
Yani bunlar güzel düşünceler ancak gerçeği yansıtmıyorlar ne yazık ki. Kafanızdaki pazarlamacı, çılgın ama bir o kadar da okumuş-entelektüel insan Hollywood efsanesi. Kurgu.
Evet pazarlama diğer departmanlara göre daha az sıkıcı yaptığı işten dolayı, çünkü sosyal bir yönü var tanımı gereği. Ama hayallerinizdeki inanılmaz yaratıcı, yetenekli, zeki ve ileri görüşlü insanlar zaten binde bir gelen insanlar; bu nedenle onların hepsinin spesifik bir firmanın pazarlamasında çalışacağını düşünmek de biraz absürt kaçıyor. Türkiye’yi de düşünürsek, muhtemelen o kadar zeki ve yetenekli insanlarımızı doktor veya mühendis yaptık eğitim sistemimizle.
“Ben böyle hissediyorum neden iyi olacağım alanda çalışamıyorum, öleyim mi?” gibi dramatik çıkışlar yapmayı düşünüyorsanız biraz kısıtlı bakıyorsunuz demektir bu resme. Yapabileceğiniz binlerce iş var ve bunların hemen hemen hepsi yeni mezun bir birey için öğretici olacak işler. Çalıştıkça, deneyim edindikçe profesyonel hayatta ne istediğiniz-ne istemediğiniz şekillenecek ve güzel yaptığınız işlerle gereken yerlerin dikkatini çekmeyi de başarabileceksiniz. Ya da çok yeteneksizseniz de bunu deneyimleyerek öğreneceksiniz. Hayat lineer değil ve herkesin hayatı aynı seyirde gitmek zorunda değil; hatta öyle gitse çok sıkıcı olmaz mıydı?
Yaptığınız her işi bir sincap gibi büyük bir ciddiyetle yapınca ve bundan ne öğrenebilirim, kendime ne katabilirim diye düşününce ister istemez yol alıyorsunuz.
Kendine has fikri, zevki, hobisi olan insana aç olduğumuz tek tipleşmeli bir dönemdeyiz çünkü. O bahsettiğimiz sürekli gelişime aç, dinamik ve yaratıcı insansanız kendinize kattığınız her yeni şey sizi bir titrin edebileceğinden daha fazla mutlu edecektir zaten.
İyisin, hoşsun, beş dil biliyorsun, eğitimlisin ama Instagram hesabında hashtag kasmışsın, selfie prensesi olmuşsun; tweetlerin desek küfürlü gibi esprili gibi, yani bunları değiştirip gelsen; hatta bunlar hiç olmasa işe uygunsun gibi bir mantıkla ilerliyor günümüzdeki kurumsal işe alım süreçleri. Ve bu nedenle neredeyse herkes, internetin ilk dönemindeki kadar anonim olmayı özlüyor, kendileriyle bağdaştırılamayacak şekilde kullanıcı isimleri altında sosyal medya aktivitelerini idame ettiriyor.
Firmaların kendi imajlarını korumak gibi bir kaygısı her zaman oldu, bu yeni bir şey değil. Sizden kendinizi öyle ya da böyle ifade ettiğiniz sosyal mecralardaki hesaplarınızı kapatmanızı istemeleri de artık sıradanlaştırdığımız hatta normale oturttuğumuz bir istek haline geldi. Bir tık daha abartırsak “Bankacı kızın nasıl Instagram’ı olabilir ya?” sorusunu da mübah kılacağız çünkü sanki sosyal platformlarda hesap sahibi olmak eşittir Red-light District’te vitrinde striptiz yapıyor olmak gibi bir denklem kurmak üzereyiz. Buradaki kilit nokta, sizin kendinizden vazgeçmeyi ne kadar kabul edeceğiniz.
Bu kadar bireyselliğinizden vazgeçmeden de yürüyebileceğiniz kariyer yolları mevcut ve bireyselliğinize tutunarak güzel işler yapmayı başarırsanız belki çalışanı metalaştıran bu döngüyü de kırabilecek o azınlıktan olursunuz.
Geleceğinizi garanti altına alabilmeniz için karakterinizi törpülemenizi gerektiren her şey zaten bir vazgeçiştir. Ve bu seçenek her zaman orada bir yerde duruyor olacak. Ama her gün bu dünyada, bu spesifik alanda, kendiniz olarak var olma kararını tekrar tekrar veriyorsunuz ve bu cesarettir. Olduğunuz gibi olarak sandığınızdan daha cesursunuz; umduğunuzdan daha fakir kalabilirsiniz. Neyi seçeceğiniz yine size kalmış.
Yorum Yok