12 Nisan 1961’de Yuri Gagarin, Baykonur üssünden çıktığı 108 dakikalık yolculuğuyla dünya çevresinde bir tur atan ve uzaya çıkan ilk insan olur. Bu tarihten tam beş ay sonra 12 Eylül 1962’de J.F.Kennedy Houston’da halka seslenirken gelecek on yılda aya insan indireceklerini açıklar. 1967 yılında NASA ön hazırlıklarını tamamlayarak aya yolculuk hedefiyle Apollo programına başlar. Yetkililer bilim ve mühendisliğin en karmaşık sorunları üzerinde çalışacak içlerindeki en iyi bilim adamlarını ve mühendislerini seçmek için Prof. George Land’den yardım ister.  Prof. Land yaratıcı düşünmenin ön şartı olarak görülen ıraksak (aykırı) düşünmeyi (divergent thinking) ölçmek için bir test hazırlar. NASA sonuçlardan çok memnun kalır ama Prof. Land ve ekibi sorgulamaya devam eder, acaba yaratıcılık doğuştan mı gelir sonradan mı kazanılır. Testin basitliği ekibe bir fikir verir; çocuklar üzerinde denemek. Yaşları 3-5 arasında 1600 çocuk teste tabi tutulur. Sonuç en iyimserleri bile şaşkına çevirir. Çocukların %98’i, yaratıcılık veya hayal kurma kabiliyeti açısından “dahi” sınıfına girer. Ekip sabırsızlıkla 5 yıl bekler ve aynı çocuklar tekrar teste sokulur. 8-10 yaş arası çocuklarda “dahi”ler %30’a gerilemiştir. 1978’de aynı çocukların (13-15 yaş) sadece %12’si “dahi” grubundadır artık.  Çalışma o grup üzerinde sonlandırılır, ancak o tarihten bu yana 25 yaş üstü bir milyondan fazla yetişkin bu testten geçer. Nüfusun sadece %2’si yaratıcılık konusunda “dahi” özelliğini korumaktadır. (1)

Şüphesiz başta okul olmak üzere yetiştirilme tarzımız bu kabiliyetin azalmasına yol açıyor. Okullarda müfredatın uygulanması için bir disiplin ve düzen gerekiyor, verilen bilgilerin mümkünse ezberlenmesi ve fazla sorgulanmaması bekleniyor. Okul sırasında ve sonrasında da yanlış yapmaktan çekinmek, küçük düşme korkusu, grupla beraber hareket etme dürtüsü gibi nedenlerle yeni fikirler baş veremiyor. Türk toplumunun da yeniliklere bakışı malum. “Eski köye yeni adet getirenlere” ve “icat çıkaranlara” hoş gözle bakılmaz.

Ama asıl yanıt beynimizin çalışma şekliyle ve bizim onu nasıl kullanmayı öğrendiğimizle ilgili.  Yaratıcı düşünme için beyinde yaşanan iki tür süreçten bahsediyor uzmanlar. Üretici (generative) ve değerlendirici (evaluative) aşamalar. İlkinde beynimiz daha önceki deneyimlerini birtakım uyarıcılarla etkileşime girip yeni fikirler, çağrışımlar üretiyor. Yani aslında çocukluğumuzda yaptığımız keşiflerle bir öğrenme süreci gibi. Zamanla gerek eğitim gerek çevresel etkileşimlerle fikirlerimizi süzgeçlerden geçirmeye, şekillendirmeye başlıyoruz. İçinde bulunduğumuz toplumun etkisiyle yargı ve tutum sahibi oluyoruz. Asıl problem ise şu, beynimiz bu iki süreci ardışık olarak yaşayabilecekken, biz ikisini aynı anda kullanmaya alıştırılıyoruz. O da yeniliğin ve gelişmenin önünü kesiyor.

Tüm insanların her yaşta üretici veya ıraksak düşünceye sahip olduğunun bilimsel bir kanıtı daha var; rüyalar. Herkes hatırlasın hatırlamasın günde 90-120 dakika rüya görüyor. Bilim insanları rüyayı bir problem çözme süreci olarak tanımlıyor. Mantığın devre dışı kaldığı bu zamanlarda, maruz kaldığımız sorunlar mecazen karşımıza çıkıyor ve biz bir şekilde baş etmeye çalışıyoruz. Kültürümüzde de istihareye yatmak diye bir şey var değil mi?

Peki yaratıcılığın yolu, çocuk kalmak mı? Ya da kalamıyorsak da çocukluğa mı dönmeli bir süreliğine? Yani oyunlar oynamak, boyalarla resim yapmak, dans etmek mi? Aslında bunlar beynimizi şartladığı, istenen düşünce yoluna soktuğu için işe yarayan yöntemler. Ama biliyorum ki çoğu yönetici bu tarz aktivitelere omuz silkiyor ya da biraz eğlenceyle karışık takım ruhunu geliştiren eğitimsel faaliyetler gözüyle bakıyor. Öte yandan bu konuda herkes kendini rahat hissetmiyor, hele iş ortamında, hele ast-üstler arasında. Çok meşgul ve çok ciddi Türk iş hayatına yakışmayan ve aksi beklenemeyecek hal ve tavırlar. İyi haber (!) şu ki; bu kadar “cesur” veya “renkli” olmadan da tasarım odaklı düşünme (design thinking), belli kurallar çerçevesinde değişik sorgulama teknikleriyle yaratıcı ve yargılayıcı prosesleri birbirinden ayırıyor. Böylece önce niceliğe odaklanıp olabildiğince geniş bir yelpazede fikirler ortaya çıkarılıyor, sonra elenerek ve kalanlar içinde potansiyeller değerlendirilerek nitelikli az sayıda fikre odaklanılıyor ve geliştiriliyor. Bence bu yaklaşım tasarım odaklı düşünmeyi karmaşık sorunlara çözüm bulmak için popüler yöntem yapan en önemli faktörlerin başında geliyor.

(1) Prof.George Land’in The Success of Failure TED konuşması https://www.youtube.com/watch?v=ZfKMq-rYtnc&t=674s

Resim Altyazısı: Selçuk Erdem’i de etkilediği söylenen “Far Side”ın yaratıcısı Gary Larson’un beğendiğim bir karikatürü, bir yazıda anlattığımı bir kareye sığdırmış galiba. “Her çocuk bir bakıma dâhidir, her dahi de bir bakıma çocuktur” diyen Arthur Schopenhauer’a da selam gönderelim.