Marka yaratan insan, kendisi de marka olur.

Ya da marka olan insan, kolay marka yaratabilir.

Bu iki cümle aynı gibi gelebilir. Ama aslında değil.

Bazı insanlar vardır. Kolaylıkla marka yaratabilirler. Çünkü ürünün sunduğunu ve hedef kitlenin ihtiyacını çok iyi harmanlarlar. Toplumun alt kültürünü çözerler. Ne bekleniyorsa onu verirler. Bazı insanlar ise bunu birilerinden yardım alarak yaparlar.

İşte iki cümlenin farkı, bu noktada devreye giriyor.

Bu alt kültürü çözebilme, içgörüleri yakalayabilme ve bunu ihtiyaç duyulan yaratıcı çözüme dönüştürebilme yeteneği olan insanlar marka olurlar ve her ürünü markalaştırabilirler.

Ama bu yeteneğe sahip olmayan insanlar ise yardım alırlar ve bu şekilde marka yaratırlar. Sonuçta, ön planda olan ürün ve üretici olacağından dolaylı olarak da olsa marka olurlar.

Firma – Reklam Ajansı ilişkisi işte tam bu noktada başlar.

Bir aile düşünün. Firma, baba! Marka çocuk ve Reklam ajansı da anne.

Markaların  da cinsiyetleri vardır elbet.  Bu örnekte çocuk, erkek olsun.

Marka doğar. Fiziksel bir görünüşü vardır. Logosu, şekli v.s.

İsmi koyulur. Kulağına fısıldanır. 🙂

Sonra annenin kucağına teslim edilir. Anne çok sever onu. Hep onun iyiliğini düşünür. Başına bir şey gelmesin diye elinden geleni yapar.

Sonra anne ve baba büyütmeye başlarlar onu.

Sürekli şekillendirirler onu. Kafalarında hayalleri vardır. Çocuğun varmasını istedikleri bir yer vardır. Bu noktaya ulaşması için ona fikirleriyle, öğretileriyle destek olurlar.

Başkalarına övünürler. “Benim çocuğum şöyle yaptı, bunu başardı.” diye.

Sonra babanın işleri yoğunlaşmaya başlar. Eskisi gibi ilgilenemez çocuğuyla. Sadece para verince onun ihtiyacı olan her şeyi verdiğini düşünür.

Ama tabii ki markanın daha çok ilgiye, sevgiye ihtiyacı vardır.

Anne hep ilgilidir çocukla.

Bazen hem anne hem de baba çocuk yetiştirmeyi çok iyi bilir. İşte o zaman mükemmel çocuk çıkar ortaya. Apple gibi!

Ama baba iyi değilse bu konuda, anne ne kadar iyi de olsa, evin reisi baba olduğundan, son onaylar hep ondan çıktığından, çocuk biraz daha babaya bağlıdır.

Sonra, markanın da bir hayat süresi vardır. Hayatında altın dönemleri vardır. Dibe vurduğu noktalar olabilir. Neticede ölürler.

Sürekli bir şeyler anlatırlar. Konuşurlar. Dinlenmeyi beklerler.

Ama, sıkıcı insanları, dikkat çekemeyen insanları kimse dinlemek istemez.

 

Kişilikleri vardır.

Kural koyarlar. Yaratıcıdırlar. Masumdurlar. Kaşiftirler. Bilgedirler. Şampiyondurlar. Sihirbazdırlar. Kuraldışıdırlar. Sıradandırlar. Soytarıdırlar. Aşıktırlar. Şefkâtlidirler.

 

Şimdi sizinle bir oyun oynayalım.

Bir marka çiziyoruz!

Ben size bazı özellikler yazacağım. Elbette aklımda bir marka olacak. Konuşturacağım onu. Siz de yorumlarda, onun hangi marka olduğunu tahmin etmeye çalışacaksınız.

Markayı daha sonra açıklayacağım. Hiç yorum gelmezse, siteyi kapatıyoruz! 😀

Şöyle:

Ben oldukça asi biriyim. Umursamaz bir yapım var. Hayattan zevk almayı çok iyi bilirim. Özgürlük düşkünüyüm. Pahalıyım. Bana sahip olmak için fazla şey feda etmelisiniz. Benim olduğum gruba girmek kolay değildir. Öyle çok harika bir ismim yok. Ama kimse artık ismimi duyunca öyle saçma espriler yapmıyor. Saygı duyuyorlar bana. Aptalımdır! Çünkü hayattan zevk almak için aşırı “kendini – konrtol” manyağı, “akıllı” olunmaması gerektiğini bilirim. Orjinalimdir. Kaşifimdir. Kural dışıyımdır. Sihirbazımdır!

Evet. Markamız konuştu. En büyük ipucunu ben veriyorum.

Bu markaya ait bir ada var! 🙂

Hadi bakalım, bekliyorum tahminleri.

Ha bir de, yukarıda arketipleri yazdım tek tek. Kendi markanızı düşünün. Evet, hepiniz birer markasınız. Sıradan da olsanız, Şampiyon da olsanız, markasınız. Bilin nasıl bir marka olduğunuzu. Kimseye söylemenize gerek yok. Sadece bilin. Zaten siz bilince, biz de anlarız hangisi olduğunu. 😉

Sevgiler.