2007 yılının Haziran ayı gibi ortaya çıktı Uludağ Limonata. Basit fikirlerin başarısına bir çok kez şahit olduk. Bu başarı da onlardan birisi. Çok yakın geçmişte bağıra çağıra ortaya koydu Uludağ İçecek bu başarıyı.

Evlerimizde tadını tutturmak için annelerimizin bir kimyager titizliğiyle çalıştığını ama yine de olmadığını, hatta mahallede limonatayı iyi yapan annenin “mahallenin en gözde annesi” ödüllerini aldığını çok iyi hatırlıyorum. Evet, böyle bir mahalleydi bizimkisi. En çok şeker dağıtan, mantısı en iyi olan annelerimiz de vardı. Yazıyı yazarken konuyu mahalleye getirmiş olmam biraz istemsiz bir hareketti ama az sonra mantıksallaştıracağım onu. 🙂

Uludağ İçecek, şu anda 4. kuşak yöneticileri tarafından yönetilen bir aile şirketi. Faaliyetlerine ilk olarak Nilüfer Gazozculuk olarak 1912 yıllarında başlamışlar. Şirketi o zamanlar Sultan Mehmed Reşat’dan icazet belgesi alarak Mehmet Hakkı Erbak kurmuş. Gazozu o keşfetmiş. Önce ufak imalathane sonra fabrikalar derken iş büyümüş. Uludağ Gazoz haline dönüştükten sonra bir ara kola yapmayı bile denemişler. Ama başaramamışlar. Hala var kolaları ama hiç bilinmiyor. 2000 yılında şirket zarar etmeye başlamış ve durumu giderek kötüleşirken, ortaya 4. kuşaktan Ömer Kızıl çıkmış. Ömer Kızıl, Bursaspor yöneticisi Levent Kızıl’ın kardeşi ve birFİKRİNmiVAR programının da jürilerinden biri. Şimdi gelelim 2001’den sonraki gelişmelere, yani asıl mevzumuza.

Aslında şişelenmiş limonata fikri Uludağ’ın değil. 2001 yılında ilk Cappy denemiş bunu. Ancak bütün global firmalarda olduğu gibi, hedeflenmiş sürede hedeflenmiş başarıya ulaşamayan her yeni ürün gibi, öldürülmüş. Ya da komaya sokulmuş diyelim. 🙂 Uludağ’dan sonra tekrar ortaya çıktılar çünkü.

Bir süre sonra, Ömer Kızıl, gazozun mucidi dedesinin ofisinde bir bankacıyla sohbet ederken, şişelenmiş limonata fikri doğmuş. 4 kuşakta bir kaşif doğuyor sanırım bu ailede. 🙂 Ömer Kızıl, Uludağ Üniversitesi’nde iktisat okumuş. Sonra Sabancı Üniversitesi’nde “Turquality” programına katılmış, bitirmiş. Bundan önce de çocukluktan beri Uludağ Gazoz şirketlerinin orasında burasında çalışmış. Yani hem okullu, hem alaylı. 2007 yılının haziran ayına kadar AR-GE çalışmaları yürütmüşler. Uludağ Limonata’nın şimdiki tadını yakalamak için bir çok deneme yapmışlar. Dahası, limonatanın zamanla bozulması ve sağlıksız bir hale gelmesi gibi sorunların üstesinden gelmişler ve sonunda 2007 haziranda aniden “göbeği ata ata, Uludağ Limonata”yı piyasaya sürmüşler. 🙂

Bu kısım işin masal kısmıydı. Şimdi gelelim nasıl başarıya ulaştığına.

Türk markaları olarak bizler, genelde gerilla yöntemlerle dalarız piyasaya. Bir gelir tuttururuz ve “Allah’a şükür bu yeter.” diyerek ne ürünü daha fazla geliştirmeye uğraşırız, ne de pazarlamaya prim veririz. “Zarar etmiyoruz işte, yeter.” der; çekiliriz. Ama Uludağ Limonata tamamen planlı bir çalışmanın ürünü. Reklamın önemini çok iyi kavramış, vizyoner yöneticileri olan bir marka.

Eğer bir marka, daha önce piyasada olmayan bir ürünü veya hizmeti çıkarmadan önce reklam ajanslarına konkur açıyorsa; bu marka vizyonerdir. Bu marka başarılı olmayı kafasına koymuştur. Bu markanın planları çok büyük ihtimalle yurt içiyle de sınırlı değildir.

Uludağ Limonata da böyle bir marka. O kadar belliydi ki başarılı olacağı. Başta mahallemden bahsetmiştim. İşte tam da bu yüzden başarılı oldu Uludağ. Eğer bana mahallemi hatırlatabildiyse, geçmişimle bağ kurmama aracı olabildiyse, o marka benim kalbime dokunabilmiş demektir. Dolayısıyla, zaten ismiyle cismiyle Türk olan, bizden biri olan bu markanın bizden biri olan bu ürününün başarısız olması imkansızdı. Ömer Kızıl da oyunu zekice oynayarak bu başarıyı perçinledi.

Bu arada başarı derken, sadece ürünün ve markanın başarısından bahsetmiyorum. Bir sektör yarattı bu adamlar! Onlarca global firma, gazetelerde, dergilerde, “Gazlı içecek sektörü çok doyuma ulaştı, kâr payları düşmeye başladı.” gibi ağlamaklı demeçler verirken, hiç biri de kalkıp elini taşın altına koyup yenilikçi bir fikirle çıkmadı piyasaya. Eminim limonata başarısız olsaydı kıs kıs da güleceklerdi bıyık altından. Ama şimdi hemen hepsi hop diye balıklama atladı bu taze sektöre. Ne de olsa işin zorunu Uludağ yaptı. Gerisi sütün kaymağı. Mis.

Bugünkü dersimiz, ilk konuşan marka olabilmekti. Marka yaratmanın en net kuralı olan ilk olabilmekti. Nasıl diplomaside son konuşan kazanıyorsa, markalar dünyasında da ilk konuşan kazanır.

Son olarak, ben çok beğenmesem de, biraz arabesk bulsam da, hedef kitlenin büyük kısmına hitap edebilmiş olması ve markanın kararının arkasında durarak tepkilere rağmen reklam ajansının emeğine de saygı duyarak kampanyayı değiştirmemesi sebebiyle benim de saygı duyduğum ilk reklam filmlerinden birini sizlerle paylaşıyorum.

Hemen altında da daha yenilerden olan “göbeği ata ata” kısmının kırpılmış olanı var.