Merhabalar herkese,
Hüseyin Sayın ile birlikte BrandTalks adına katıldığımız İPZ 2013 zirvesini size canlı olarak aktarmıştık. Etkinliğin sosyal medya ayağında sorumlu olan dergiden ortalama 5 dakika daha önce size sunumlardaki önemli noktaları aktarabildiğimiz için fazlasıyla mutlu oldum. Sonrasında da Hüseyin hem Twitter yorumlarımızı derledi, hem de etkinliğin yapısına ilişkin kendi yorumlarıyla bir yazı vücuda getirdi. Yorumlarına katılmakla beraber farklı bir kaç noktayı da izninizle irdelemek istiyorum. Bu yazıyla daha çok etkinlikte yöneticilerinden veya çalışanlarından sunumlar dinlediğimiz firmaların uygulamalarına yakından bakacağız. Genel olarak bir yargılama amacında olmayacağım; ancak uygulamalarla vaatlerin uyumunu ya da uyumsuzluğunu tartışma hakkımı saklı tutuyorum. 🙂
Öncelikle şunu söylemek isterim: etkinlikte sunumlarını takip edebildiğimiz firmalar genel olarak sunumlarında bizi çokça sayılara maruz bıraktılar. Elbette sektörü takip edebilmek adına bazı firma rakamlarına ihtiyaç duyuyoruz, duyacağız da. Ancak rakamlardan daha çok, bir anlayış ve felsefe görmek istiyoruz. Biz de pazarlama profesyoneliyiz; alanımızda bizden daha uzun süre deneyimli olan yöneticilerin deneyimlerinden dersler çıkarmayı rakamlardan biraz daha önemli görmemiz gerekiyor. Tabii bu alandaki yöneticilerin de bize bu konuda yardımcı olması gerekiyor. Az rakam, çok anlam istiyoruz.
İzninizle etkinlik sırasına göre firma, yönetici ve uygulama değerlendirmelerime geçmek istiyorum:
1) TÜRK TELEKOM
Türk Telekom etkinlikte icranın en üst düzeyi olan CEO düzeyinde temsil edildi. Etkinliğe Halkla İlişkiler anlamında verilen önemli bir destek olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Türk Telekom etkinliği gerçekten önemsemiş.
Türk Telekom’un Sayın Tahsin Yılmaz tarafından gerçekleştirilen sunumu genel olarak satır aralarında önemli noktalar içermekteydi. Dünyadaki ve Türkiye’deki internet kullanımından bahsedilmesi yanında ilginç bazı verilerden de bahsetti sayın Yılmaz. Benim dikkatimi en çok çeken veri, Türkiye’deki tablet kullanımlarının %97 oranıyla bireysel olmasıydı. Türkiye’de yaklaşık 1.000.000 tablet olduğu düşünülürse yaklaşık olarak toplamda 30.000 adedi kurumsal kullanımda. Kurumsal olarak tablet kullanımını sağlamak pek kolay olmayabilir ancak yetersiz olduğu ve potansiyel arz ettiği de bir gerçek. Bu kullanımın gelişmesinde firmaların talepleri üzerine ihtiyaçlarının etkin bir şekilde analiz edilmesi ve buna yönelik uygulamaların üretilmesi önem taşıyor. Özellikle Vodafonenin firmalara yönelik tablet uygulamalarına da Vodafone İş Ortağım kurumsal telekomünikasyon ortaklığı çerçevesinde yer verdiğini ve en son Lipton’un tarla ve merkez iletişimini sağlayan bir uygulaması olduğunu televizyon reklamlarında da gördük.
Genel olarak katılım düzeyine saygı göstersem de biraz daha az rakam sunulmasının, sunulsa bile özgün yorumlarla desteklenmesinin daha yararlı olacağını düşündüğümü söylemeliyim.
Türk Telekom’un şu an TMSF’nin elinde bulunan Digiturk’e teklif vermeyi düşündüğünü bildiğimiz bir dönemde bu satın alma iradesinin nereden kaynaklandığına ilişkin pek bir plandan da bahsedilmedi. Bahsedilmemesinin nedeni kararı açıklamadan bir gün önce Tahsin Yılmaz’ın kendi namına yöneticisi olduğu Türk Telekom hissesi aldığını Kamuyu Aydınlatma Platformuna duyurduktan sonraki gün Türk Telekom’un Digiturk için TMSF’ye bağlayıcı olmayan bir teklif verdiğini belirtmesi neticesinde Tahsin Yılmaz’ın bilgi suistimali, yani “insider trading” ile suçlanması olabilir. Oysa Türk Telekom gerçekten Digiturk’u istiyorsa Digiturkle ne yapacağını da onu izleyen bizlere anlatmalıydı diye düşünüyorum.
2) TTNET
TTNET de CMO seviyesinde, Mert Başar ile temsil edildi. Mert Başar’ın sunumunu açıkçası anlamlı ve bir yöneticinin deneyimlerine de atıf yaparak samimi bir havayla dolu buldum. Yine bir çok rakam olsa da gene de pazarlama felsefesine ilişkin güzel noktaları da gözlerimizin önünde hissedebildik.
Öncelikle Türkçede biraz amiyane bir tabire dönüşen “Akıllı ol!” ile başladı Mert Başar. Ancak akıllı olmayı, zamanın ruhuna uygun hareket etmekle bağdaştırdı ve bu şekilde hoş bir anlayışı da gözler önüne serdi. Temel olarak bahsettiği, zamanın dijital akışı içerisinde dijitalin tek başına değerlendirilmekten öte iletişim bütünlükleri içinde yer aldığı ancak bu birlikteliklerde ağır bastığıydı.
Özellikle Türkiye’deki 3G dahil hane halkı internet kullanımın %49 düzeyinde olduğu verisi 2013 yılında hâlâ internet kullanımının yeterli olmadığını göstermesi açısından önemli. Ancak bunun nedenlerini de tartışmak gerekiyor. Bu oligopol piyasasında neredeyse oligopol içerisinde monopol olan TTNET’in altyapı yatırımlarını daha da artırması gerekiyor. Şöyle diyeyim, şu an oturduğum evde yaklaşık 9 yıldır internet kullanıyorum ancak fiber bağlantı TTNET tarafından ancak bu yıl bana sunuldu. Olduğum yer de İstanbulun merkezi ilçelerinden bir tanesi. Ha oldu mu, hayır. 🙂 Ayın çoğunu yine 3 Mbit civarında hızla geçiriyorum. Bunu bir şikayet iletimi olarak değil de bir yorum olarak alınız. İnternet kalitesi artmadıkça ve internet ucuzlamadıkça internet kullanımının Türkiye’deki her eve girebilmesi çok zor.
Başka bir nokta daha: etkinlikte TTNET WiFi sunulmasını bekliyordum. Nitekim vardı da. Ancak salonun ses yalıtımı nedeniyle salon içine TTNET WiFi hiç giremedi. Bunun önceden düşünülüp içeriye de yükseltici vb. şekliyle internet sunulabilmeliydi. Etkinliğinin ana sponsorlarından birisi Türkiye’deki internetin hakimi ama etkinlikte salonda internet yok! Düşünebiliyor musunuz ülkenin halini? 🙂 Sanırım TTNET’e Twitterde yapılan yorumların da neden ortaya çıktığını bu durum ortaya koyuyor.
3) AVEA
Avea da departman müdürü seviyesinde temsil edildi. Ömer Şen bize Türkiyenin en genç operatörünün bir üyesi olarak seslendi. Telefon kullanım alışkanlıklarıyla ilgili paylaşımları önemliydi. Özellikle günde ortalama 150 kez telefonumuza baktığımızı söylemesi beni hayli şaşırttı. Farkında değiliz ama bir çok kez telefonumuza bakıyoruz. Bu da cep telefonuyla normalin üstünde etkileşimde bulunduğumuzu gösteriyor. Firmalar açısında da telefona bakıldığında telefonda olabilmek açısından önemli bir veri. Bir müşterisi sizi telefondan günde 150 kez görebilir. Ortalama 20-30 mesaj tekrarıyla istediğiniz davranış dönüşümünün gerçekleşebildiği düşünülürse 150 kez önemli bir fırsat.
İnternet kullanımlarımızın %39’unun 18:00-22:00 saatleri arasında gerçekleştiği de dikkat edilmesi gereken bir veri. Bu saatlerde olmanız gereken yerde olmalısınız. Tabii görülmek istiyorsanız.
Avea biraz da Mobil Ayak İzi sisteminden bahsetti. Buna göre müşterileri bölümlendirme açısından onların hareketlerini takip edebiliyor ve buna göre CRM faaliyetlerinde bulunabiliyorlar. İnanın bana, GSM şirketlerinin bu konuda ellerinde çok tutarlı veriler olduğunu söylemek zor değil. Bu şekilde İzinli Pazarlama yaklaşımı çerçevesinde müşterilerine yerinde çözümler ve hizmetler sunabilirler.
Avea’nın sunumunda tek bir çekincem vardı: kullanıcı verilerinin neredeyse tamamı Avea kullanıcı verileriydi. Avea’nın üçüncü olduğu(hem pazar payı hem de abone sayısından bahsediyorum) bir pazara ilişkin yorum yapmak için salt Avea verilerinin yeterli olabileceğinden emin değilim. Yeterli de gelebilir ama gerçekten de kriterlerin daha açık bir şekilde gösterilmesi gerekebilir. Kamu anlaşmaları çerçevesinde Avea’da çok fazla kamu mensubu olabileceğini ve bu nedenle verilerin ülkenin genel yapısını yeterince yansıtmayabileceğini öngörüyorum.
Her yerde erişilebilir priz olmayan Swissotel salonlarından birindeydik ve WiFi kullanamadığımız için cihaz şarjlarımız da kötü durumdaydı. Avea’nın mobil şarj otomatı, ilgili ve sempatik görevliler ile gerçekten çok yardımcı oldu. Yoksa eve dönerken müzik dinleyememekten çıldırabilirdim. 🙂
4) IBM
IBM’in sunumu Omni-channel Marketing yani Bütünleşik Kanallı Pazarlama odaklıydı. IBM’den bir uzman olan Akın Arıkan bizimleydi. Amerikalı Türkçesinin kötü olduğunu düşünse de annesinin ona kızmayacağı kadar güzel bir Türkçesi olduğunu da belirtelim. Biz anlattıklarını keyifle dinledik ve anladık. 🙂
İPZ 2013’ün bu yılki temasını özetleyen görsele atıf yaparak farklı cihazların aslında aynı çiçeği gösterdiğini, bunun bütüncüllük olduğunu bize gösterdi. Müşterinin tüm kanallardaki hareketleri takip edilmeli ve bir araya getirilerek anlamlı bir bütüne dönüştürülmeli. Bunu her alana uyarlayabilirsiniz. Örneklendirme açısından orada spontan bir şekilde bulduğunu düşündüğümüz bu örnek, gerçekten güzel bir örnek oldu pazarlama yaklaşımı için.
Özellikle bankacılık gibi sektörlerde müşterinin farklı kanallardan yaptığı işlemlerin birbiriyle “konuşabilmesi” gerçekten önem taşıyor. ING Bank Hollanda merkezinin bir uygulamasında internet şubesinde bir form doldururken formu yarıda bırakması bankada başka bir sistemi tetikleyerek müşteriye formun fiziki halinin ulaştırılıp ulaştırılmaması konusunda müşteriye telefonla sorulmasını sağlıyor. Bu şekilde ulaşılan müşterilerin yarısı formu fiziksel olarak almayı istemiş.
Başka bir uygulama olarak müşterinin internet şubesinde vadeli mevduat faiz oranlarını incelediği tespit edilip bir işlem yapmadığı tespit edilirse buna bağlı olarak gişedeki çalışana kadar “Ona yüksek faiz önerebilirsin.” tarzında bir uyarı görünüyor. Bu şekilde müşteri, ilgilendiği konuya ilişkin bir teklifle elde ediliyor.
Bu bahsettiklerim doğrudan Akın Arıkan’ın sunumundan. İlgili sunum http://www.slideshare.net/AkinArikan adresinden indirilebilir.
5) TANI PAZARLAMA VE İLETİŞİM HİZMETLERİ
Aslında oradan katılan kurucu ortak Engin Oytaç’ın sunumu muhtemelen en anlamlı sunumdu diyebilirim. Bir düşünce, felsefe ve dönüşüm üzerine konuştu Engin Bey. Günümüzün dünyasındaki dönüşüm neticesinde hızlı etki-tepki süreçlerinin artık etkileşim boyutundan tepkileşim boyutuna geçtiğini belirtti. Muhtemelen haklı da. Artık bir masa tenisi maçı şeklinde “tepkileşiyoruz”. Engin Oytaç’ın deyimiyle biraz da “Önce “Öngör ve tedbirini al.” vardı. Sonra “Kabullen ve uy.” oldu. Şimdiyse “Yaşa!” var.” şeklinde oluşan değişim, artık “insanın teknolojiyle dansı” haline dönüştü. Engin Oytaç bize değişimi bu güzellikte anlattı.
Değişimin insanları kurbağaya dönüştürebileceği, bu nedenle değişimin farkında olmak ve tepkileşmek gerektiği de bir gerçek. Engin Beyin verdiği örnek Barnes&Noble’ın Amazon’a nasıl geçildiği üzerineydi. Amazon’u artık neredeyse herkes biliyor ama Barnes&Noble için bunu söylemek fazlasıyla güç.
6) KALE GRUBU
Kale Grubu, Yapı Ürünleri Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Sayın İhsan Karagöz tarafından temsil edildi. Ancak temsildeki özeni sunumda göremediğimi söylemeliyim. Sunum, bir karo, fayans, banyo yapı malzemeleri vb. üretip satan bir firmanın yapmaması gereken türdendi. Sunumda rakamlara biraz fazlaca maruz bırakıldık. Rakamlardan çok anlayış ve tarz üzerine konuşmak gerekiyor.
İşin duygusal bir boyutu olarak insanların banyolarda artık daha fazla vakit geçirmeye ve kendilerini oranın bir parçası hissetmeye başladığından bahsedildi. Şehirli yaşam tarzına göre böyle olması beklense de mesai saatleri nedeniyle aslında olabileceğinden daha kısa olduğunu öngörmek güç değil. Bu anlamda kimlerin banyoda daha fazla vakit geçirmeye başladığını özel olarak belirtmek ya da bunu belirginleştirmek gerekebilirdi.
Kale Grubunun sosyal sorumluluk projeleri ve uygulamaları ile markasına yaptığı katkı su götürmez. Ancak “Biz bunları yaptık, biz çok iyiyiz.” şeklinde bir yaklaşım yerine “Çok daha iyi olmak gerekiyor.” söyleminin geliştirilmesi bizi daha da mutlu ederdi. Bu yaklaşım eksikliğini “Facebook’ta 300.000 kişiyle dünyanın bu alanda en fazla beğenilen sayfasıyız.” söyleminde gördük.
Birincisi, Facebook’ta 300.000 kişi tarafından beğenilmek zor bir şey değil. Bununla övünmek de iyi bir şey değil. Hele ki siz kendinizi hayatın geçirilebileceği ve özdeşleşilebilecek bir mekan için ürünler üretiyorsanız rakipleriniz de aslında sadece karo, fayans vb. üreticileri değil, kafeler bile olabilir. Bu anlamda kendinizi nasıl konumlandırdığınız da fazlasıyla önemli. Coca Cola’dan Sergio Zyman’ın kola pazarında dünya çapında pazar payı liderliğini yeterli görmeyip içecek pazarındaki paylarının görece düşüklüğünü öne çıkarmasını hatırlayanlar ne demek istediğimi anlıyordur. Kale Grubu, yaşamın geçirileceği alanları üreten bir firma olarak kafeler, restoranlar, gece kulüpleri, SPA salonları gibi yerleri de kendine rakip olarak görmeli. Ancak böyle daha da ileriye gidilebilir.
Kale Grubunda bir aile şirketi esintisini hâlâ görebiliyoruz. Ancak ortaya konulan projelerin gerçekten bunun çok ötesinde olduğunu, bu gelişmelerin işveren markasına da yansıması gerektiğini de söylemeliyim. Mesela Aquasmart adındaki Facebook uygulamasıyla kuraklık tehlikesine çekilen dikkat ve bunun yapılışı gayet yaratıcı ve iyi işlenmişti. İşveren markası ve Kale Grubunun işleyişine de bu yenilikçilik sirayet ettiğinde belki İtalyanlarınki kadar prestijli bir firmamız olacak, biz de gurur duyacağız.
7) YAPI KREDİ BANKASI
Aslında bu yazıyı, Bilişim Teknolojileri ve Operasyon Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı sayın CIO Cahit Erdoğanın söyledikleri üzerinden tüm bankacılık sektörüne yönelik olarak yazılmış gibi düşünmekte fayda olacak.
Cahit Erdoğan öncelikli olarak internet ve akıllı cihaz kullanım alışkanlıklarımızdan bahsetti. Cebimizdeki teknolojilerin kurumların teknolojisinden daha hızlı geliştiğini, buna bağlı olarak da kurumların bu teknolojile uyumlanmakta sorunlar yaşayabildiklerini anlattığı karşılaştırması bence gayet önemliydi. Bunu Bununla birlikte akıllı cihazların kullanımında cep telefonlarını daha çok sabahları, bilgisayarları gün içinde daha çok işte, tabletleriyse daha çok geceleri kullandığımızı anlatan veriler de anlamlıydı.
Bununla birlikte bankacılık sistemine ve Yapı Kredi özeline girmeden önce kullanıcı içeriği-site içeriği farkından bahsetti. Günümüzde sosyal mecranın en önemli siteleri olan Facebook, Twitter ve benzerlerinin aslında kullanıcıların içeriğini sunduğunu ya da onların içerik üretmesine olanak tanıdıklarını belirtti. Bankaların dijital hizmetlerinin buna tam ters durumda olması durumunu da buradan çıkarmış olduk.
Bankaların sosyal medyadaki varlıklarında ortak temas noktasının ne yazık ki tatsız deneyimlerden oluştuğunu söylemesi aslında başka bir noktayı da beraberinde getirebilir. Kişiler bankalarla duygusal bir bağlılık kurmuyor, bankalarla olan ilişkisi bir zorunluluk üzerinden oluşuyor. Bir kaç banka haricinde bu şekilde olduğunu öne sürülebilir. Bu nedenle daha çok “şikayet” içerikli temaslar gerçekleşiyor.
Bankacılık sektöründe dijital alanda bir çok şey yapılmış olmasına rağmen bütünleşik çalışmaların henüz yapılamadığı konusundaki yorum-itiraf bence farklı bir anlama da sahipti. Bankaların dijital işleriyle uğraşanlarla bankaların bankacılık uygulamalarını yapanların farklı olması nedeniyle bütüncül ve uyumlu faaliyetlerin yapılamadığını anlamak zor değil. Bu nedenle bütünleşik çalışmalar yapılamıyor. Bunun özellikle üç farklı neslin aynı anda çalıştığı köklü bankalarda olabilmesi işten bile değil. Büyük çaplı uygulamalar ve dijital işler gerçekten neredeyse aralarında 30 yaş olan kişiler tarafından gerçekleştiriliyor. Bu, büyüklerin küçükleri dinlemediği ortamlarda çok büyük bir uyumsuzluğun işaretidir.
Sosyal medyanın bankalar için çok önemli olduğunu söylediğindeyse aklımda farklı bir soru peydahlandı: madem bankalar için sosyal medya bu kadar önemli, neden çalışanlarına sosyal medya faaliyetlerini yasaklamak için bu kadar çok çaba sarf ediyorlar? Kaç bankadan bildiğim bir mevzu bu. Banka yöneticileri işlerine geldiğinde sosyal medyayı övüp, mesai saatleri içinde çalışanlarının sosyal medyaya girişini engellemeyi hak görüyor. Tamam, iş zamanında iş yapılır da iş zamanında iş yoksa aklının takılı olduğu bir yere çalışan neden bakamasın? Hatta bunu geçtim; sosyal medyada paylaştıkları, yaptıkları, yani aslında kişiliği neden banka için sorun olsun? Banka hangi hakla kişiliklere müdahale edebiliyor? Aslında bakın, birden fazla soru peydahlanmış. 🙂
Emin olun aklı Facebookta olan çalışanın dikkati de zor toparlanır. Verimi düşer. Bazı bankalar akıllı telefonlardan girişleri bile gördükleri kadarıyla takip edip çalışanlarını sert şekilde uyarıyor. Verim düşünce ve dikkat dağılınca da sonuçta hata riski de artıyor. Bankaların çoğu bu denklemi bırakın çözmeyi, göremedi bile.
Dışarıdan çok iyi dediğiniz bankaların içindekilerle konuşursanız neler demek istediğimi anlarsınız. Mutlaka sorun; zaten çevrenizde de bolca bu insanlardan vardır. Malum, bazı şirketlerin fazla nazı yüzünden mutlaka bankadan yolu geçenler çok oluyor. 🙂
8) PEPSICO İÇECEK
Günün sonuna doğru olan bu sunum aslında en çok eğlendiğim ve zevk aldığım sunumlardan biri oldu. Pepsico İçecek Gazlı İçecekler, Meyve Suları ve Enerji İçecekleri Pazarlama Müdürü Seren Çankırı ve kalabalık bir Pepsico ekibi tarafından temsil edilen Pepsico, bence zirvenin de enerjisi en yüksek sunumlarından birini de gerçekleştirdi.
Sunumda Pepsi ile ilgili veriler vardı, reklamlar ve kampanyalara ilişkin arka plan veriler vardı. Ve bu bilgilerin benimsetilmesi için ödüllü bir zirve kampanyaları vardı. SMS katılımlı 4 soruyla X-Box 360, seçeceği bir operatörden bir yıllık sınırsız konuşma ve SMS, YoYo’dan 2 günlük Volvo kullanımı ve şu an hatırlayamadığım bir yine güzel bir hediye(sanırım n11.com’dan 250 TL’lik hediye çekiydi) gibi hediyeler verdiler. Ve sorular Pepsinin sunumundaki ayrıntı bilgiler üzerineydi.
Seren Beyin sunumuna özellikle adının ilginçliğine vurgu yaparak başlaması enerjisinin yüksekliğine işaret etmişti. Seren daha çok bir kadın adı olarak kullanılmasına rağmen Seren Çankırı bir erkek. Hatta şirketin mutant yani dönüşen bir şirket olduğunu vurgulaması aşamasında Pepsi’nin mutantlığına kendisi gibi bir Seren Bey’i daha bünyesinde barındırdığını söyledi. Tabii ki işin esprisiydi ama sunumun enerjisini yüksek başlatmak ve böyle de sürdürebilmek açısından çok sempatik oldu.
Mutant vurgusu değişen tüketici yapısını ve özelliklerini vurgulamak açısından gerçekten anlamlıydı. Bunu anlatırken anne ve babalarımızın yapmadığı harcamaları yaptığımızı ve onların aslında zaten ihtiyacı olmayan, ama bizim için birer ihtiyaç haline gelmiş ürünler kullandığımızı belirtti. Bu nedenle tüketici çok hızlı ve kontrolsüz bir gelişme göstererek mutant haline geldi.
Bu bir dezavantaj olması yanında aslında tüketiciye temas edebilecek yeni noktalar, alanlar, ürünler de ortaya çıkardığı için aslında büyük bir potansiyel avantaj olarak görülebilir. Pepsi de bu nedenle Marka Bağlılığı ve İş Ortaklıkları kurmuş. Bu şekilde müşterilerine dokunabilecekleri yeni yerler keşfediyorlar. Sonuç olarak da çok ciddi bir rakip olan Coca Cola’yla mavi okyanuslara taşımaya çalıştıkları bir mücadeleye devam edebiliyorlar.
Pepsi’nin bu süreçte bir çok hatası olmuyor mu, tabii ki oluyor. Seda Sayan’la yürüyen bir reklam kampanyası(eğer mottonuz Generation Next ise “Erkek dediğin belinde silah taşır.” diyen biriyle işiniz olmaz), çok irrite edici ve olumsuz bir kutup ayısıyla deyim yerindeyse Coca Cola’nın inanılmaz şirin kutup ayısı maskotunu tiye almak istemek, Turkcell’den verilen bedava konuşmanın ancak ÇalarkenDinlet’te Pepsi Yaşatır Seni dinleterek mümkün olabilmesi gibi uygulamalar gerçekten yenilir yutulur şeyler değil. Ama Pepsi gayet güzel çalışıyor Coca Cola gibi. Artık Tropicana adında bir meyve suyu markaları da var. Üzerine bir yazı yazabiliriz belki. 🙂
Sonuç olarak İPZ 2013’te olmaktan mümkün oldum. Ancak sponsorlara bir pazarlama zirvesini bozabilecek kadar fazla imtiyaz tanınması, Sneijder ve Kuyt’un konuk olarak gelmesi gibi şeyler etkinliği biraz amacından saptırsa da gayet güzel düşünülmüş ve işlenmiş bir etkinlik olduğunu görmezden gelemeyiz. Etkinliğin daha çok tüm pazarlama aşıklarıyla buluşabildiği, ulaşılabilir, uzun soluklu günlere de ulaşmasını dileriz.
Sevgi ve saygılarımla,
Barkın
Yorum Yok