Bireysel markalaşma yeni yeni hayatımıza girmekte olan taptaze bir kavram ve ayrıca küreselleşmenin bireyler, sosyal yaşam ve iş dünyası üzerindeki belki de en somut ortak etkilerinden biri. Bu sebeple bugünlerde uyanık olup deneyen, yanılan, hayata geçirilmiş markalaşma süreçlerinden tutan ve tutmayan pek çok örneğe tanık oluyoruz. Bireysel markalaşma kısaca, kişilerin belirli alanda var olmuş profesyonel kimliklerini birer markaya dönüştürme konsepti. Bu anlamda insanlık tarihiyle eşdeğer yaşta. Nice devlet adamları, sanatçılar, peygamberler, liderler, girişimciler, yaşadıkları dönemde ve sonrasında evrensel markalar olmuştur. Ancak bu kültürün, toplumu oluşturan bireylerin her birine yayılarak toplum içinde kendi kimliklerini konumlandırma, farklılaşma ihtiyaçlarına cevap olarak derlenmesi güncel bir uğraş.
Bireysel markalaşmanın erken evreleri, büyük oranda internet ve teknoloji devrimiyle gelen küreselleşmeden öncesine tekabül ediyor. Toplumlar ve tabii bireyler arası kültürel etkileşimlerin kısıtlı olduğu dönemlerde markalaşmak; din – bilim çatışması içinde modern bilimin temellerini atan Galileo Galilei’deki gibi, yaşadığı dönemde desteklenmeyen çalışmalarını yürütmeyi sürdürme cesareti gerektiriyordu. Anadolu’ya umut ve birlik duygusu aşılayan Mevlana Celaleddin Rumi’nin düşünsel yeteneğine, Bach’ın müzikal matematiğine, William Shakespeare’in edebi dehasına sahip olunmalıydı. Kim bilir, belki de yeryüzünde vücut bulmuş nice kültürel miras yetersiz etkileşim sebebiyle gelecek toplumlara ve nesillere aktarılamadan kayboldu.
Üçüncü milenyumun ilk yıllarında yayılmaya başlayıp sosyal ve kültürel yaşamın süregelen dinamiklerini derinden sarsan internet ile bireysel markalaşma da artık kabuk değiştiriyor. Yalnızca özel yeteneklerle donatılmış kişilerin yaşamlarına atfedilen süreç olmaktan çıkıp, bilinçli yaşanan bir sürece dönüşüyor. Çalışanlar kariyerleri için networking adına, sanatçılar sanatlarını topluma (burada sanat’a diyemeyiz herhalde:)) daha etkili yollarla ulaştırmak ve farkındalık sağlamak amacıyla, siyasetçiler daha geniş kitleye seslerini duyurup repütasyon kazanmak için, istemli veya istemsiz bir şekilde markalaşma sürecine dahil oluyorlar. Bizler de katıldığımız her sosyal mecrada yarattığımız sanal kimlikler ile kendi ismimize, itibarımıza yatırım yapıyoruz. Varlığımıza kolaylıkla dokunulan her platformda yapmaya mecburuz. Ancak bu çalışmanın bireysel markalaşmaya evrilmesi daha derin ve anlamlı bir süreç. Benim tereddüdüm olan nokta, bunun ne kadarının ihtiyaç dahilinde gerçekleştiği aslında. Bu süreçte kimlik, üründür. Genelde ürün yaşam eğrisini tamamlamaya yaklaştığında satışların sürekliliğini sağlamak için bir sıçrayış olarak üründe ya da pazarda farklılaşmaya gidilir. Söz konusu ürün bireylerin kimlikleri, toplumdaki varlıkları olduğunda özellikle genç nüfusun farklılaşmak için bu kadar efor sarf etmesinin altında hızlı tüketmeye alışmış olmaları, çabuk sıkılmaları ve ilgiyle beslenmelerinin(popülarite) yanı sıra kişisel farkındalıklarının artmasıyla entelektüel iştahlarını doyurma ihtiyaçları yattığını düşünüyorum. Gençlerde daha erken başlayıp hızlı yayılan bu trendi yalnızca gençlere mâl etmek belki yanlış olacak; sanal dünyada interaktiflik seviyesi yüksek herkes, bireylerin yeni kimlikler kazanmasında bir parça rol oynuyor. Şuan yalnızca Facebook’a en hızlı penetre olan kitle 50-64 yaş arası bireylerin temsil ettiği ebeveyn-büyük anne/baba grubu. Bireysel markalaşmanın kontrolsüzce trendleşmesindeki tehlikenin farkında mısınız? Aklınızda bir an Vasfiye Teyze karakteri canlandı. Her markalaşma öyküsü Vasfiye Teyze ayarında başarılı olabilse keşke. Fakat bu bilinçsiz çaba kitlesel anlamda kültürel yozlaşmayı, bilgi kirliliğini de beraberinde getiriyor. Kalemle çizer gibi kimliklerine şekil vermeye çalışanlar, bu çalışmayı egolarıyla toplumun gözüne sokanlar; farklılaşmayı hobiye, burçlara, müziğe ve edebiyata indirgeyenler… Oysa bireysel markalaşma kişilerin ilgili bulundukları alanda liderlik edecekleri bilgelik konseptidir. Kişinin fiziksel görünümünden, bıraktığı izlenimden, ruhsal doygunluğundan, yaşam felsefesinden, dijital varlığından ve en çok da alanındaki profesyonel birikimi ile çalışmalarından ve karakterinden beslenir. İster birey olsun ister kurum, ilkeli olmalıdır.
“Moda passa lo stile resta” (Moda geçer, stil kalır) mottosu ile yüzyılın moda anlayışını değiştiren, tabuları yıkan Gabrielle Bonheur Chanel, nam-ı diğer “Coco” bireysel markalaşmanın son derece başarılı örneklerindendir. Bir kimliğin yaşam tarzına, moda anlayışına, ve değerli bir markaya nasıl dönüştüğünün öyküsüdür Coco’nun hayatı. Yaşamındaki inişleri çıkışları, aşkı, hayatın getirdiklerine verdiği tepkisi, çalışma enerjisi, cesareti, vizyonu ve şahsına münhasır tarzıyla bu farklılığını topluma kabul ettirmekle kalmıyor, kadınların yaşam tarzına müdahale ediyor, peşinden sürüklüyor ve modada bir dönemi kapatıp yenisini açıyor. Coco maskülen çizgileri hayatımıza sokan; kadınların korse içindeki esaretini sonlandırıp gardıroplarını pantolonla tanıştıran ilk tasarımcı. Chanel, 1909 yılından beri haute couture, parfüm, saat, çanta giyim ve kozmetik alanlarında uzmanlaşmış dünyaca ünlü, güçlü bir marka. Chanel markası yüz yılı aşkın süredir Coco’nun moda anlayışını bağlılıkla sürdürüyor. işte, bireysel markalaşmanın en somut varlığı : kurumsal markalaşmaya evrim.
Dünyanın en etkileyici 100 kişisi içinde yer alan otizm aktivisti ve girişimci Temple Grandin de bir diğer başarılı marka. Onun farklılığının (otizm), onu diğerlerinden ayıran başka bir yönü var. Farkındalığı ve bu konudaki mücadelesi. Temple, bir hayvan bilimi uzmanı, yazar, profesör, girişimci ve Hug Machine(Hug Box) cihazının yaratıcısı. Hayvan hakları savunuculuğu alanında ve otizme dair bilinçlendirme çalışmalarında felsefi lider olarak görülür. Bugün çiftliklerde, kesimhanelerde ve hayvancılık tesislerinde kullanılan sistemi tasarlamış, hayvanların refahını koruyarak üretimden maksimum fayda sağlamayı kafasına takmış ve tesislerdeki ideal çalışma sistemini kurmuştur.
“İyi ama bu örneklerin dijitalle bağı ne?” diyorsunuz. Bu örnekler, bireysel markalaşma uğrunda katedilecek nice yollar, şiddetle korunacak köklü değerler olduğunu, markanın, bireyin son derece kişisel yönleri ile profesyonel duruşunun sentezinden elde edilen bir enerji olduğunu gösterir. Halihazırda sahip olunan altyapı üzerine bir kişisel markanın iletişim kanalı olarak sosyal medyayı nasıl kurgulayacağına, nasıl strateji izleyeceğine ışık tutar. İşin bu boyutu yoruma ve hızla değişen dünyanın getirdiği yeniliklere açık. Ama konsept aynı. Dijital mecralar bu süreçte katalizör olarak rol oynar, süreci daha bilinir ve ulaşılabilir kılar. Hızla akan zamana karşı avantaj sağlar. Ancak tek başına bir marka yaratmada yeterli değildir. Ayrıca yetersiz altyapı ve bilinçsiz iletişim ile bir kimliği paçavraya dönüştürecek karanlık güçlere de sahiptir. Her iki uç örneğine de sektörde, medyada, hatta gündemin hot topiclerinden bireysel markalaşma konferanslarında rastlayabiliyoruz. Dilerim bu bilinç en az yıkımla pratik hayata entegre olur.
Pazarlamaya ambalajlama, markalaşma süreçlerine ise ego yönetimi gözüyle bakanlardan uzak kalmanız dileğiyle..
Ego geçer, stil kalır.
Yorum Yok