Samimiyet kelimesi, pazarlama dünyasında ağızlara fazlasıyla pelesenk edilmiş haliyle karşımıza çıkıyor bu günlerde. Reklamverenler, hedef kitlelerine samimi olabilme yarışı içerisindeyken, markaları tüketici ile buluşturmada önemli bir görev üstlenen reklam ajansları ise gerçek anlamda nasıl samimiyet vurgusu içerisine girebileceklerini bulma adına umarsız bir çaba içerisinde. Tüm bunlara bir de pazarlama ve reklam dünyasını ilgilendiren konferanslarda ısrarla yapılan samimiyet vurguları da eklenince sektör oyuncularının işleri iyice zorlaşıyor. Kurumsal dünyanın keskin sınırları içerisinde günden güne azalan şirket içi ve şirket dışı diyaloglara, günü kurtarma ihtiyacı ile şekillenmiş insancıl olgudan uzak tekdüzeleşen etkileşimler de eklendiği vakit, aranılan samimiyeti beyin fırtınası toplantılarında bulmak güçleşiyor. Kendi içinde ve diğer insanlarla etkileşiminde samimi olmayı unutan ekiplerden, samimi kampanyalar üretmelerini beklemek ise maalesef ki pek gerçekçi değil. Tüm bu şartlar altında üretilen kampanyaların müşteriler gözünde samimi algılanabileceğini beklemek ise hayalden öteye gidemez.
Geçtiğimiz günlerde hava muhalefetinin etkisiyle İstanbul’da okulların tatil olup olmaması tartışmaları devam ederken, Twitter üzerinde gerçekleşen ilginç diyaloglara tanık oldum. Bir üniversite rektörü, konuyla ilgili gelişmeleri açıklarken gerek bakış açısı, gerekse kurduğu etkileşim örnekleriyle en uygun tabiriyle samimiyet dersi verdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Remzi Sanver’in Tweet’lerini inceleyerek, 3 aşamada nasıl daha samimi olunabileceğine bakalım.
Samimi Olmanın 1. Kuralı: İnsan Olmak
Salı günü, yoğun kar yağışı ile beraber Remzi Sanver, öğrencileri tarafından Twitter’da yoğun bir soru yağmuruna tutuldu. Soruların özünde tek bir ortak nokta vardı: “Okul tatil olacak mı?” Öyle ya, hava durumu ağırlaşınca Bilgi Üniversitesi’nde öğrenimine devam eden herkes, gelişmeleri birinci ağızdan öğrenebilmek adına soluğu Twitter’da almıştı. Remzi Hoca, karşılaştığı sorulara önce espirili bir şekilde yaklaştı.
Hayatın koşuşturmacası içerisinde sürekli ama sürekli aksattığımız bir konuya değindi öncelikle Remzi Hoca. Kendi dünyamızda o kadar çok şeyle meşgulüz ki, bazen unutmamamız gereken kişileri unutuyoruz. Hatta bu sırada, insan olduğumuzu hatırlamakta güçlük çekiyoruz. Bu durum en çok markalar için geçerli. Marka iletişimi ile sorumlu insanlar, muhatap olduğu kitlenin özünde insan olduğunu fazlasıyla unutuyor. Markalar, mekanikleşmiş iletişim formatları, sıradanlaşmış promosyonlar ve abuk sabuk ünlü kullanımları ile kağıt üzerinde performans indikatörlerini yüksek tutmaya çalışırken onlar için en büyük değeri oluşturan kişilerin, yani hedef kitlelerinin insan olduğunu hatırlayamıyor. Bunun sonucu olarak da tüketiciler, satın aldıkları ürünün günün sonunda insanlar tarafından düşünülmüş, üretilmiş ve pazarlanmış olduğu gerçeğinden uzaklaşıyor. Remzi Sanver attığı bu Tweet ile, rektör olsa da insan olduğunu hatırlatırken, gayet insani hafif bir serzenişle muhteşem bir samimiyet örneği sergiledi.
Markalar eğer ki samimi olabilmek istiyorlarsa öncelikle muhatap oldukları hedef kitlenin insan olduğunu ve markaların da özünde insanlar tarafından idare edildiklerini hatırlaması gerekiyor.
Samimi Olmanın 2. Kuralı: Empati Göstererek Etkileşim Kurmak
Hava muhalefeti ile ilgili tatil tartışmalar devam ederken Remzi Hoca’nın öğrencileri duruma espirili bir şekilde yaklaşmaya başladı. Üstelik atılan Tweetler, normal şartlar altında bir okulun en yetkili kişisini alakadar etmeyecek konular iken, Remzi Hoca yapılmayacak olanı yaptı ve insanların kaygılarına empati göstererek cevap verdi. Hem de bu sırada, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisinin, saygı duyulması gereken rektörü kimliğinden değil de, Twitter kullanan sıradan bir birey kimliği ile…
En son ne zaman çalıştığınız şirkette bir yöneticinin Twitter’daki takipçi sayınızla ilgilendiğini gördünüz? Bırakın Twitter takipçileri konusuyla ilgilenmeyi, tanımadığınız üst düzey yönetici konumundaki birisinin Twitter’da size cevap verdiğini? Üstelik bunu yaparken, kendi hayatından örnekler verdiğini? Öğrencilik yıllarını hatırlayanlar ya da halihazırda öğrenci olanlar bu durumu çok iyi bilir. Öğretmen-Öğrenci diyaloğu kolay kurulabilen bir şey değildir. Bir öğrenci için hocasına gönderdiği bir mesaja cevap alabilmek büyük bir olaydır. Çünkü günün sonunda 20’li yaşlarının başındaki ya da henüz 20’lerine bile gelmemiş bir bireye, kendinden yaşça büyük, üstelik toplumsal terbiye kavramı eşliğinde arasına sizli bizli mesafe konulan birisinin içten cevap vermesi olağan değildir. Remzi Sanver bu örnekte sadece cevap vermekle yetinmemiştir. Öğrencisine kendisinden bir örnekle cevap vererek, karşısındaki insana değer verdiğini hissettirmiştir.
Ne yazık ki markalar için bu durum geçerli değil. Yöneticiler kendilerini tanımadıkları insanlarla iletişim kurmaya kapatırken, değil empati yapmayı, cevap vermekte güçlük çekiyorlar. Üstelik markalar tüketici ile iletişimi sesli yanıt sistemleri, binlerce kişiye gönderilen seri üretim e-posta/sms mesajları, önceden hazırlanmış sosyal medyada tüketiciye yanıt verme kılavuzları ve daha bir sürü insancıl olmaktan uzak iletişim formatları ile sağlamaya çalışıyor. Markalar samimi olabilmek için öncelikle daha fazla insancıl olmalı, hedef kitlelerine empati göstermeli ve onlar için en fazla değer arzetmesi gereken kişiler ile, yani tüketicileri ile daha insancıl etkileşimler kurabilmeli.
Samimi Olmanın 3. Kuralı: Değer Sunmak
Remzi Sanver, kar muhalefeti ile ilgili diyaloglara alışılmadık bir biçimde nokta koydu. Herkes “tatil, tatil değil” tarzi bir yanıt beklerken, Remzi Hoca, konuyu felsefi bir biçimde ele alarak derin ve önemli mesajlar verdi. Remzi Hoca’nın bu Tweetlerinde verdiği mesajlar kadar önemli olan, takipçilerini düşünmeye sevk etmesi oldu.
Remzi Hoca, kar tatili kararının sadece kendi insiyatifinde olmadığı gerçeğini vurgulayarak, attığı bu Tweetler ile çok ince ve derin sorular yöneltti öğrencilerine… Soruların özünden biraz daha geniş çerçevede bakacak olursak, Remzi Hoca bu sorularıyla öğrencilerinin gelişimine bir parça da Twitter üzerinden katkıda bulunmak istedi. Özenle seçilmiş sorularıyla öğrencilerini düşünmeye sevkedip, konuyu daha farklı boyutlardan incelemelerine teşvik etti. Bir başka deyişle bu sefer de akademisyen kimliğiyle ortaya çıktı, ve en iyi yaptığı işi, araştırmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi Twitter ortamında da sürdürdü. Daha da geniş çerçeveden bakacak olursak, bir eğitim kurumu olan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin hedef kitlesine, yani öğrencilerine sunduğu değeri sosyal medyada da devam ettirdi. En kaba tabiriyle işini yaptı. Hem de en başarılı şekilde…
Henry Ford’un üretim bandı kavramını ortaya çıkararak, Model T otomobillerini 20nci yüzyılın başında piyasaya sürmesinden itibaren devam eden bir akım gözümüze çarpıyor. Bolca üret, mesajını kitlelere ilet ve ürününü insanlar alsın. Oysa ki bu sistem, günümüz dünyasında etkinliğini kaybetmiş durumda. İnternet devrimi ile beraber insanlar, onlara sunulan ürünlerden daha fazlasını bekliyor. Bilgiye ulaşımın hiç olmadığı kadar kolay olduğu bu günlerde bilinçli tüketiciler, ürünün özellikleri ve faydası dışında daha bir sürü faktörü göz önüne alıp harcamalarını gerçekleştiriyor. Artık tüketiciler için önemli olan şey sadece ürünün kendisi değil. Ürünle beraber kendilerine sunulan değerlerin bir bütünü.
Tüketici tarafından samimi algılanabilmek için artık markalar, ürün, hizmet veya mesaj çerçevesinden daha derin düşünmek zorunda. Marka, tüketici gözünde ona sunulan tüm değerlerin bir bütünü. Markalar ancak ve ancak bu değer bütününü, üst düzey yöneticisinden tutun, dağıtımcısına, iletişimcisinden tutun mavi yakalısına kadar bir bütün olarak taşıyabilir ve tüketicilerine doğru bir biçimde iletebildiği ve sunabildiği takdirde samimiyeti yakalayacaklar. Gerçek samimiyet, halkla ilişkiler duvarını aşmakta ve tüketici ile onların hayatında buluşmakta saklı.
Remzi hoca , Kaf dağının arkasında kalmaya ihtiyaç duymadan , nasıl insan nasıl gerçek olmuş… Memlekette sorumlu pozisyonlarda olan herkese örnek olması dileğiyle
İlginç bir nokta üzerinden yaklaşmışsın konuya, ellerine sağlık. Yazının kurgusu ve içeriğini çok beğendim. Ford ile günümüz arasını biraz hızlı kat etmişsin gerçi ama …
Murat Bey,
Öncelikle yorumlarınız için teşekkür ederim. Ford dönemine değinecek olursak, sanayi devriminin olgunlaşması ile beraber 1900’lerin başında uygulamaya geçen seri üretim sistemi, tüm dünyada 20nci yüzyılın ortalarına kadar devam etti. Bu dönemde amaç, olabildiği kadar üretip maliyeti düşürmekti. Özellikle hızlı tüketim ürünlerinde(FMCG) rekabet daha düşük olduğundan dolayı şirketlerin pazarlama faaliyetleri, üretilmiş olan ürünleri kitlelere pazarlamak şeklinde gerçekleşiyordu. Bu durum artan ürün çeşitliliği ve yeni iletişim kanalları ile birlikte azalarak devam etti.
20nci yüzyılın sonlarında doğru şirketler için, artan rekabet ile beraber kendilerini rakiplerine göre farklı konumlandırma ihtiyacı ortaya çıktı. İnternetin yaygınlaşması ve bilgi akışının hızlanması ile beraber tüketiciler hiç olmadığı kadar büyük bir güce sahip. Artık günümüzde kitle pazarlamasından öte, kitlelerin spesifik ihtiyaçlarına göre hedefli pazarlama mevcut. Seri üretim mantığı ile tek bir ürün üretip bunu pazarlamak yerine, insanların ihtiyaçlarını gözetleyip onlara göre ürünler üretilmesinden bahsedebiliriz.
Saygılarımla,
Baran Ersan
Aslinda kurumlarin da bildigi ancak uygulamada ortaya cikartamadiklari samimiyet olgusunu cok guzel ele almis ve farkindalik yaratmaya calismissin. Bu guzel icerik ve anlatim icin tesekkur ederiz.
Samimiyet bir markanın gelişmesi için önemli olabilir. Fakat görüyoruz ki belli yerlere gelmiş markalar samimiyetten uzaklaşmaktalar. Özellikle uluslararası büyük şirketlerde, bu samimiyeti kurma ihtiyacı bile göremiyoruz. Yerleşmiş markalar ne yaparsa yapsın, insanlar vazgeçmiyor, markanın ne kadar samimi olup olmadığına bakmaksızın almaya devam ediyorlar veya o marka ile çalışmaya devam ediyorlar. Bu sizce de garip değil mi?
Yasemin Hanım,
Samimiyete en çok ihtiyacı olan uluslararası büyük markalar. İletişimin günümüzdeki kadar hızlı olması aslında samimi olamayan markalar için büyük dezavantaj. Bununla ilgili özellikle teknoloji dünyasından bir sürü örnek verebiliriz. Taşınabilir bilgisayarlarda 2000’lerin ortasında pazar liderliğine oynayan Dell, HP ve IBM gibi firmalar bugünlerde zor günler geçiriyor. Bunun temel sebebini aslında bu markaların tüketici ile iletişiminde yeteri kadar samimi olamamış olması olarak düşünebiliriz. Keza akıllı telefonlarda aynı durum Nokia ve Blackberry için de geçerli.
Ülkemizde maalesef ki durum biraz daha farklı. 75 milyonluk bir ülke olmamıza rağmen merkezi bir sistemle yaşıyoruz. Avrupa veya Amerika’da durum daha farklı, her bölgenin özel markaları ve iletişim stratejileri var. Türkiye’de ise ulusal yayın yapan kanallara kıyasla(StarTV, Show, ATV vs.) bölgesel yayın yapan kanallarımız özellikle reklam geliri olarak çok geride. Bunun bir getirisi olarak yerel markalar ile çok fazla karşılaşamıyoruz. Bu durumun zamanla değişeceğini bekliyorum.
Güzel noktalara değilmişsiniz, Sayın Rektör Remzi Sanver’i de öğrencilere yaklaşımı açısından tebrik etmek lazım.
Samimi olmak; dürüst olmak ile eşdeğerdir; ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol başlığı da bunu çok net ifade etmiş. Remzi Hoca ise tam olması gereken bir akedemisyen ; kendimde bir akademisyen olarak onun gibi olmak isterim.
Mevlana Celaleddin Rumi’e ait çok güzel bir başlıkla sunduğunuz yazının içeriğini, hem akademisyen olarak hem insan olarak hem de tüketici olarak çok beğendim. Kendini aşmış, ideal bir hoca olarak bulunduğu makamın hakkını veren, gerçekten samimi, empati yapabilen, insana değer veren soru sorarken bile öğreten, konuşması duruşu ile model olan sayın İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Remzi Sanver’i tanıma fırsatı buldum. Her vesile ile karşısındakine değer vermek, eğitmek, öğretmek, düşündürmek yaşam tarzı olmuş olan değerli hocamızın biz hocalara da katkısı olduğunu belirtmek isterim.
Marka olmanın kriterlerini, değerli bir akademisyenin doğal davranışı üzerinden anlatma başarınız için ve tüketiciye sunulan onca üründen marka olabilenlerin sayısının neden az olduğunu, anlamamıza katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederim.
Sevgili Baran,
Saygıdeğer Remzi Sanver’in, twetter ortamındaki iletişiminin incelikleri değerli kılıp, ‘Samimiyet’ içerikli makalene konu olarak seçmen , zaten senin seçiciliğindeki hassasiyetini gösteriyor.
Harikasın! Giriş, gelişme, sonuç fevkalade.
Samimiyet söz konusu olunca;çocukluk arkadaşımın yurt dışında önemli marka olan kurumlardan birine cv göndermedeki samimiyeti aklıma geldi ve seninle o cv’nin ilk paragrafını paylaşmak istedim.
”Sayin Yetkili,
Okudugunuz ozgecmis, yerlesik sekilsel kurallara uygun degildir. Bu secimi bilincli olarak yaptim cunku bu ozgecmisin sahibi olan ben de is basvuralarinda talep edilen yerlesik yas sinirini coktan gecmis biriyim. Buna ragmen is basvurusunda bulunmamin nedeni ise, Dunya Saglik
Orgutu (WHO)nun 70 yasi orta yas kategorisine almasi ve bu saptamadan hareketle benim rahat rahat “genc” sinifina dahil olmam degildir. Ise talip olmamin nedeni, asagidaki gerekcelerle, firmaniza gercekten yararli olacagima inancimdir.”
…
Evet,dediğin gibi öğrenci – öğretmen diyaloğu kolay kurulabilen bir ilişki değildir.Zira ikili arasındaki süreç ve bu süreçte birbirlerinde bıraktıkları iz çok belirleyicidir.
Tıpkı seninle benim aramda olduğu gibi.
Gerçek olan şu ki; ”Neyi değil,nasıl söylediğimiz önemli”
ve de elbette zor da olsa; ”ya olduğumuz gibi görünemeliyiz, ya da göründüğümüz gibi olabilmeliyiz”
Yazılarında kalemine kuvvet derken,başarılarının devamını diliyorum.Sevgiyle…
Bensu
Son zamanlarda okuduğum en iyi yazılardan biri. Gerçekten sayın rektörle anlatmak istenen konu çok doğru ve yerinde olarak birleştirilmiş. İnsanların birşeyleri anlatırken örneklendirmesi muhakeme gücünü arttırıp, kalıcı olmasını sağlıyor. Mütevazilik, samimiyet, empati bu kelimeleri birarada içeren markaların hep kazanacağını düşünüyorum.
Baran bey, samimiyet ve empati gerçekten önemli, güzel açıklamışsınız konuyu. Nilgün
Hedefler farklı bile olsa, insanlık, samimiyet amaca ulaşmada ortak nokta…
Türkiye’de az sayıda bulunan özgürlükçü üniversiteler arasındaki Bilgi Üniversitesi’ne yakışır tarzda davranmaktadır Remzi hoca. Bildiğim kadarıyla yakın zamanda koltuğunu devredecek umarım yerine gelecek kişi Bilgi markasını koruyacak biri olur.
Sevgili Baran; yazi perfornansin bir harika, çok beğendim. Konuyu buluş ve işleyişin on puan. Sanırım benim gibi düşünen daha çok kişi çıkacaktır. Tebrik edlyorum ve basarilarinin devamini diliyor ve buna inaniyotum.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, yazınızı büyük bir merak ve ilgi ile takip ettim. Gerek son derece önem arz etmesine rağmen ilgili kurumlar tarafından hep göz ardı edilmiş markalaşmada samimiyetin rolüne dikkat çekmenizi ve gerekse konuyu yerinde ve güzel bir örnekle süsleyerek ele alış biçiminizi son derece başarılı buldum. Ayrıca yazınız sayesinde, henüz akademik hayatımın ilk yıllarında olmama rağmen kendime örnek alabileceğim rol model bir hocayı da tanımamıza fırsat vermiş olmanız sebebiyle teşekkür eder ve başarılarınızın devamını dilerim.
Değerli Ersan, 35 yıllık gazetecilik hayatımda ender beğendiğim bir makaleyi kaleme almışsınız. Gerek analizleriniz gerekse görüş ve önerilerinizin yapısını çok başarılı buldum. Çalışmalarınızda üstün başarılar dilerken, yeni makalelerinizi merak içinde beklediğimi ifade etmek isterim.
[…] müşteri deneyimini üst seviyede tutmakta başarılı olduğunu söylemek mümkün. Ya Olduğun Gibi Görün Ya Da Göründüğün Gibi Ol yazısında belirttiğim, markalar için daha samimi olabilme yöntemlerine çok yakın hareket […]
Naim Perek;
Baran bey;İlginç bir konudaki makalenizi keyifle okudum.Sayın;Remzi Sanver’in gerçek samimiyetinin güzeliği yanında ; günümüz markalarının tüketiciye .ulaşması öncesi sergilediği samimiyetsizlik katsayısı,maddiyatçılığın zirve yaptığı günümüzle örtüşmektedir.
Bu düşüncelerimle yazınız keyifli ve akıcı olmuş.Teşekkürler…
Nazik yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Remzi Sanver’in üslubundan sadece markalar için değil, günlük hayatta kullanmak üzere bizler için de önemli dersler almak mümkün.
Değerli Baran Bey,
Yazınız da, yorumlar da çok güzel. Ama çok önemli bir konu ıskalanmış. Remzi Hoca’nın tweet’lerindeki bilgece sözlerin büyük bölümü, büyük şairimiz Ece Ayhan’ın bir kitabına da adını veren Yort Savul şiirinin dizeleri. Keşke bu kadar iyi eğitimli onlarca kişi, bunu da fark etseydi…
En iyi dileklerle,
Mehmet Yalçın