Para harcama konusunda hepimizin eğilimleri birbirinden farklı ve bu çok doğal. Aylarca plan yapıp aldığımız şeyler oluyor, ani kararlarla aldıklarımız, öylesine aldıklarımız, ihtiyaçtan dolayı aldıklarımız vb derken bu liste uzayıp gidiyor.
Kullandığımız ürünlerin günlük hayatımızdaki pragmatik yararı aslında sorgulanabilir bir yerde; ama kimse 1000 TL’ye gözlük alırken bu beni uzaya da götürür belki torunuma bırakırım gibi ütopik bir faydacılık aramadığı için bunu pek sorgulamıyoruz da. Bu nedenle eğer hâlâ ebeveyn olmadıysak aldığımız ürünlerde “seneye de giyerim”cilik şu an pek de bizim harcımız bir konu zaten değil. Yine de hepimiz kendi hesaplarımız doğrultusunda çoğu zaman doğru –gibi- kararlar veriyor ve pek de pişmanlık duymadan yaşamaya çalışıyoruz. En olmadı o gözlüğü Instagram’da 5 selfie olarak değerlendiririm diye de düşünüyor olabiliriz. #ReturnOnAssets
Ya da belki zamanında, kıro ama ucuz Instagram butiklerinden alışveriş yapmadık diye bileklerimizi dikine kesip noktayı da koyabiliriz bu anlamsız pahalılığa.
Kaldı ki rasyonel olmak zaten tüketicinin işi değil; rasyonel olmak olsa olsa mühendisin işi, bilim insanının işi. Yani bu tüketim işinin irrasyonel matematiğini çok da fazla kişi bilmiyor; öyle olsa, çıkıp pazarlama bütçesi şu kadar ama bunun hangi kısmı işimize yarıyor bilmiyoruz geyiğini yıllardır devam ettirmezlerdi diye düşünüyorum.
Herkesin bildiği tek şey varsa o da; kapı arkası askımıza, tuvalet kağıdı tutucumuza, çamaşır sepetimize, kedi tüyü toplama rulomuza, bornozumuza, annemizin terliğine yani günlük hayatımızın asıl kurtarıcılarına asla öyle çok kafa yormadığımız gerçeği olabilir. Sırf başkası evine geldiğinde kullansın diye dünyanın en pahalı mobilyalarından oda oluşturup adını “misafir odası” koyup bir kere bile tadını çıkarmayan bir toplum için belki de fazla detaycı oluyorumdur; ancak, gerçek hayat kurtarıcılara gerekli saygıyı göstermiyoruz gibi geliyor.
Aynı fikirden yola çıkan IKEA pek sevimli bir reklam hazırlatmış. Reklamda günlük, “işçi sınıfı” kahramanlarımızın (tuvalet fırçası mesela) aslında hayatımızda ne kadar kilit bir rol oynadığını görüyoruz ama daha “burjuvazi” olarak nitelendirebileceğimiz cici laptoplarımız, telefonlarımız kadar esamesi okunmuyor bu kahramanların. Bu hepimizin farkında olduğu bir durum ve IKEA da bununla ilgili amaca uygun bir reklam yapmış. Fakat, daha derinlerde acaba tüketirken neden tükettiğimizi de sorgulamaya kalkarsak bunun altından kalkabilir miyiz burası muamma.
Yani, değer yaratımı acaba başkalarının bize verdiği değer kadardır diye mi düşünüyoruz yoksa ben bunu hak ediyorum mantığında mı bir değer yaratım süreciyle alışveriş yapıyoruz? Daha da açık konuşacak olursak, evet ben 1000 liralık bir gözlüğü alabilirim çünkü canım istiyor ve canımın istemesi en önemli noktadır karar verirken mi diyoruz yoksa 1000 liralık gözlüğü 36 taksitle de olsa almalıyım çünkü; yaşım, arkadaş çevrem gereği belirli bir tarza sahibim ve bunu korumalıyım mı diyoruz?
Minik ve sevimli bir reklamdan konuyu buraya getirmemi ben de beklemiyordum ama seçimlerimiz gerçekten bizim seçimlerimiz mi yoksa kendimize yarattığımız ve kurgu bir dünyanın bize dayattıkları mı diye düşünmeyeceksek insan olarak da marka olarak da herhangi bir değer yaratacağımızı hiç sanmıyorum. Tüketimimizi başkası odaklı bir şekilde yapmanın ve başkasının beğenisini standart alarak yaşamanın ağırlığını fark etmek belki biraz gözümüzü açar ve IKEA’nın da yaptığı gibi işçi sınıfı günlük kahramanlarımıza; bornozumuza, sandalyelerimize, biraz daha sıkı sarılmamızı sağlar.
Yorum Yok