Bence y jenerasyonunu anlamaya dair yazilmis en iyi makalelerden biri tim urban’in huffington post’ta 2013 yilinda yayinlanan “why generation y yuppies are unhappy” baslikli yazisi.

Makaleye göre, bugünün Y jenerasyonunun savaş görmüş dedeleri, anne-babalarını yetiştirirken güvenli bir kariyer ve iyi maddi olanaklara sahip olmaları konusunda onları yönlendirmişti. Y jenerasyonunun anne-babası da bu bilinçle çalışmış, didinmiş iyi bir kariyer ve iyi maddi olanaklar elde etmeyi başarmıştı, hatta kendi beklentilerinin bile üstüne çıkmışlardı. Sıra kendi çocuklarına geldiğindeyse, “benim çektiğimi o çekmesin” mantığı ile onları sınırsız olanaklar, “sen ne olmak istiyorsan onu ol, biz seni destekliyoruz” düşüncesi ile büyüttüler. Bu şekilde büyütüldükleri için, bu jenerasyonun kendileri ile ilgili gerçekliğin ötesinde hayalleri ve beklentileri oluştu.

Bu konuda New Hampshire Üniversitesi profesörlerinden Paul Harvey’nin araştırmasına göre Y Jenerasyonunun gerçek olmayan beklentileri ve negatif geri bildirim almak konusunda güçlü bir dirençleri var. Var olan yetkinlikleri ve çabalarının ötesinde saygı ve ödül bekleyen bu yeni jenerasyon, gerçek hayat ve kariyerle karşılaştıklarında büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar ve mutsuz oldular.

Mutsuzluklarını destekleyen temel unsurlardan biri de hayatı takip ettikleri sosyal medya oldu. Zira sosyal medyada arkadaşları sürekli hayatlarına dair güzel anları, tatilleri, işlerinin, aşklarının ve kalan her şeyin ne kadar iyi gittiğine dair paylaşımlarda bulunuyordu.

Aslında bu sosyal medyada yapılan “image crafting”, “imaj zanaatkarlığı” yeni jenerasyonun en büyük travmalarından biri.

Alain de Button’un da bahsettiği gibi:

“Sosyal medya dediğin zaten ‘doğal sen’ değil ‘editlenmiş sen’ üzerine kurulu. Paylaşılan her cümle photoshop’lu, her kare botokslu. Ve herkesin ağzında aynı cümle: “Nasıl olur da herkes bu kadar güzel bir yaşam sürerken, benim hayatım zor?” Aslında değil. Sadece öyle gözüküyorlar.”

Ancak gerçeklerimizi yöneten algılarımız değil mi? Bu gerçekliği farkında olmayan Y Jenerasyonu Facebook’a baktıkça halinden daha da mutsuz daha da tatminsiz hale geliyor.
Hatta Humboldt Üniversitesi ve Darmstadt Teknik Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre Facebook kullanım oranı ve mutluluk arasında tamamen negatif bir korelasyon var.*

Hayatları ile ilgili ciddi bir hayal kırıklığı yaşayan ve sosyal medyada var olan bu jenerasyona dokunmak markalar için son dönemin en büyük zorluklarından biri.

Oysa markalar, verilerle desteklenen bu “mutsuzluk” içgörüsüne dokunabilmeyi başarsa, kendileri için de yeni bir alan açabilirler. “Mutluluk”, “kendini iyi hissetme” teması sadece bir slogan olmanın ötesine taşınabilse, gerçekten tüketicilerin hayatlarında bir anlam bulabilse çok daha etkili olabilecek.

Neler yapılabilir?

1- İnsanlar hayatlarına mutluluk katmak üzerine özel çaba gösteriyorlar: “#100happydays / #100mutlugün” oluşumu, School of Life, Mutluluk Okulu gibi açılımlar bundan tutuyor. Markalar insanların kendilerini anlamak ve hayatlarının içindeki küçük mutlulukları keşfetmelerini sağlamak üzerine yeni akımlar, oluşumlar yaratabilir.

2- Daha az mükemmellik, daha çok gerçeklik dünyaları yaratabiliriz. Birçok marka gerçeklikten uzak, herkesin mükemmel göründüğü, mutlu olduğu kusursuz dünyaların iletişimini yapıyor. Oysa kusurların da, hataların da var olduğu daha gerçek bir iletişim dünyası kurgulayarak bu jenerasyonu onları mutsuz eden “yapay mutluluk” dünyasından çıkarmak mümkün.

3- Biraz daha pozitiflik sunsak fena olmaz. Yapılan araştırmalar, sosyal medyada pozitif paylaşımların yayılma oranı negatif paylaşımlara göre çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. İnsanların olumlu şeyler duymaya ve paylaşmaya ihtiyacı var. Buna yönelik kurgulanan her türlü iletişim malzemesi samimiyet çerçevesi içinde tüketiciye dokunacaktır.

Kaynaklar:

http://www.huffingtonpost.com/wait-but-why/generation-y-unhappy_b_3930620.html

http://www.bestpsychologydegrees.com/gen-y/