Son zamanlarda gördüğüm birçok  pazarlama iletişimi çalışması gözüme etkisiz, bazen de şuursuz görünüyor.  Bir emlak projesinde Rihanna’nın şarkısının kullanılmasından tutun da, Türk Telekom’un reklam kampanyasının İstiklal’de patlama olduğu gün yayında olmasına veya Turkcell’in “bağlıyız” kelimesine yüklediği çabaya, gördüğüm birçok çalışmayı yadırgıyorum. Bazen üzerinde beş tur mail dönülen, tele-konferans yapılan detaylar anlamsız görünüyor. Kısacası canım sıkkın- birçoğunuz gibi. Kafamda deli sorular…Böyle bir dönemde, pazarlama iletişimi dünyasında yaptığımız işlere anlam katmak nasıl mümkün? Mümkün mü?

İşte böyle soruları kafamda gezdirirken, karşıma güzel bir makale çıktı: http://www.fastcodesign.com/3043815/dieter-rams-if-i-could-do-it-again-i-would-not-want-to-be-a-designer. Ünlü tasarımcı Dieter Rams, “baştan başlasaydım, tasarımcı olmazdım. Bir takım şeylerin laf olsun diye ve düşüncesizce pazara getirilmesinden çok rahatsızım. Ürettiğimiz ne kadar çok gereksiz şey var, sadece  tüketici ürünlerinde değil, mimaride ve reklamda da. Her yerde gereksiz çok fazla şey var. Bu durumu insanlık dışı görüyorum” diyor. Demek ki bu can sıkkınlığı hali, zamanın ruhunda da var.

Rams’la ilgili makalede Rams’ın yıllar evvel oluşturduğu ve hala çok atıfta bulunulan 10 maddelik tasarım felsefesine de değiniliyor.

  1. İyi tasarım yenilikçidir.
  2. İyi tasarım işe yaramalıdır.
  3. İyi tasarım estetiktir.
  4. İyi tasarım bir ürünü anlaşılabilir kılar.
  5. İyi tasarım dürüsttür.
  6. İyi tasarım ayağımıza dolanmaz.
  7. İyi tasarım uzun müddet dayanır.
  8. İyi tasarım her detayıyla tutarlıdır.
  9. İyi tasarım çevre dostudur.
  10. İyi tasarım mümkün olduğunca az tasarımdır.

Bu prensiplerden, tasarım kelimesini çıkar, iletişim kelimesini koy- birçoğu bence çalışıyor. Ürün geliştirme perspektifinden bakalım- gene çalışıyor. Oysa gündelik hayatta karşılaştığımız pazarlama vakalarından, ne kadar da azı bu prensiplerle uyumlu. Bu prensiplerle uyumlu işler yapmak, işleri kabul ettirmek kaide değil, istisna sanki.

Birlikte soralım:

Doğrusu ben cevapları, ajanslarda değil markaların sahiplerinde arıyorum. “Design thinking” kavramının yükselişi elbette bir tesadüf değil. Ürünün kendisinin hikayesiyle doğması, gerçek kullanıcı içgörü ve ihtiyaçlarından yola çıkarak ürün veya hizmetin tasarlanması yıkım ekonomisinde her zamankinden daha elzem. Hal böyle olunca kurumların yaratıcılıktan ne anladığı ve liderlik anlayışlarının ne kadar yaratıcılıktan beslenebildiği çok önemli. Bu bağlamda Arçelik’in Koç Üniversitesi KUAR bölümü ile yaptığı işbirliğini önemli buluyorum. (http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/gila-benmayor_20/arcelik-koc-universitesi-ile-parlak-fikirleri-ucuracak_40075237)

Yaratıcı düşünce, “design thinking” ve yaratıcılığı yeşertmek üzerine yazılacak çok şey var. Onları da bir dahaki yazıya bırakalım. Ancak düşünmeye başlamak için iyi bir başlangıç noktası olarak şu makaleyi paylaşıyorum: http://www.fastcodesign.com/3059787/ideos-ceo-on-how-to-lead-an-organization-creatively

Önümüzdeki dönemde daha iyi iyi tasarlanmış ve vicdanlı daha çok ürün karşımıza çıkar, vaktimizi vermekten gocunmayacağımız daha iyi iletişimlere maruz kalırız diye umuyorum. Bir de iletişimcilerin becerilerini ve zamanlarını sadece ürün pazarlamaya değil, toplumun yararına bazı projelere de gönüllü ve proaktif olarak sunmalarını  hayal ediyorum. Ne diyelim? İnşallah. Bu prensiplerle, bu anlayışla çalışan, çalışabilen, işini gücünü ayakta tutabilen herkese de helal olsun.