Marx’ın cümlesi, ve Marshall Berman’ın muhteşem kitabının adı, “Katı olan her şey buharlaşıyor”. Ama ne Marx ne de Berman bu cümlenin gerçek anlamını tahmin edemediler.
En azından bu havalı cümleyi kurarken akıllarında aşağıdaki resim yoktu.
Ne oldu?
Hikaye, Google’ın “Güzel projeler oluşturun, içeride girişimcilik yapın” anlayışıyla 2010’da kurulan Niantic’in Ingress’i geliştirmesiyle başladı.*
Ingress, gerçek haritalar üzerinde artırılmış gerçeklik üzerinden oynanan bir oyundu. Amaç, kullanıcılara oyun oynama hissi vererek Google’ın konum verilerini geliştirmekti. Oyun kendi çapında başarılı oldu, ama o kadar.
Sonra şu oldu:
Bundan daha iyi özetleyemeyeceğim. Orta seviyede ilgi gören Ingress, gerçek bir hikayeye kavuşunca Büyük Patlama gerçekleşti.
Kısaca böyle.
Böylece Pokemon GO, uzun zamandır gelen bir sürü değişimin sembolü haline geldi. Forbes’un haberine göre daha piyasaya sürüleli bir hafta olmadan Android’de Tinder’ı geçip Twitter’ı zorlamaya başlamıştı. Bugünkü bir diğer habere göre ise Twitter’ı geçti ve günlük etkileşimi Facebook’un üstüne çıktı.
Peki bu neyi değiştirir?
Aslında bu sorunun cevapları “Artırılmış Gerçeklik neyi değiştirir” sorusuna da uyarlanabilir. Ama biz Pokemon GO örneği üzerinden gidelim.
Kullandığınız konum bazlı uygulamaları düşünün:
Harita uygulamaları sizin gerçek dünyadaki konumunuzu gösterir. Trafik sıkışıklığı göstergeleri gerçek trafiği sembolize eder. Bir harita üstünde bir sembol varsa öyle ya da böyle gerçek bir şeyi temsil ediyordur.
Foursquare/Swarm, gittiğiniz gerçek yerlerin bilgisini sizden toplar. Bilgilerinizi başkalarının bilgileriyle ve tercihleriyle birleştirerek sizi gerçek mekanlara yönlendirir.
Tinder, sizin konum bilginiz ile diğer kullanıcıların konum bilgilerini karşılaştırır ve sizi gerçek insanlarla tanıştırmayı amaçlar. Profildeki tüm bilgiler yanlış olsa bile Tinder’ın gösterdiği uzaklık sizinle o profilin sahibi arasındaki uzaklıktır.
Nereye bağlayacağımı anladınız: Gerçek dünyanın Pokemon GO’da, çok büyük bir ekran olmak dışında pek bir rolü yok.
Ve bu öyle bir uyumsuzluk ki yaratıcı suçlar bile işlenebiliyor
Yüzbinlerce yıllık çalışma: Pokemon GO
Çok şaşırdık ama aslında en başından beri bunu amaçlıyorduk. Yüz binlerce yıldır, gerçek dünyayı parça parça sembolleştirip, veriye dönüştürüp, her yerden ulaşılabilir hale getiriyoruz. Önce dili geliştirerek çevremizdeki dünyayı kodladık. Sonra yazıyla bunu ileri taşıdık. Ardından sırasıyla ses ve görüntü geldi.
Sonuçta aradığımız şeyi satın alma bakımından mağaza ile evdeki tuvalet arasındaki farkı yok ettik. Böylece verilere gerçek dünyadan bağımsız var olma gücü verdik. Çalıştığımız yerden kodlar halinde aldığımız maaşımızın bir kısmını kodlar halinde Apple’a gönderip karşılığında telefonumuza kodlar indirdiğimiz bir dünyaya ulaştık. Geçiş tamamlanmadı, ama hayli ilerlemiş durumda.
Bunu ancak canlı-cansız her şey veriye dönüştüğünde yapabilirsiniz. Verileri gerçeklerden bağımsız hale getirdiğinizde, onları istediğiniz gibi manipüle edebilirsiniz. Hayaller yaratırsınız. Dil varsa mitoloji vardır. Dil olmadan masallar yazamazsınız.
Resim yapabiliyorsanız gökyüzünü göründüğü gibi çizmeniz gerekmez.
Bu yüzden hayaller gerçeklerden üstündür. Daha erişilebilirdir, daha kolay şekillendirilebilir ve genelde daha az acı verir. Milyarlarca insanın iyi bir hayale inanmasını sağlamak için tek ihtiyacınız sözdür. Onları hayallerinin yanlış olduğuna ikna etmek için bundan çok daha fazlası gerekir. Gerçek dünyanın bu rekabette pek şansı yoktur.
Algısal seçilim (Terim uyduruyorum)
Bir canlının önüne iki farklı mekan koyduğunuzda nasıl ki işine geleni seçiyorsa, iki farklı gerçeklik koyduğunuzda da işine geleni seçecektir. Milyonlarca yıldır böyle yapıyoruz, bu huyumuzu değiştirecek değiliz.
Dolayısıyla bir sonraki adım, daha sevimli olan gerçekliği tercih etmek olacak. Belki tepkili bir azınlık buna direnecek. İlk buharlı makineler Londra’daki fabrikaları ele geçirdiğinde direnen gruplar vardı. Şu an da akıllı telefon kullanmamakla övünenler var. Bu tür direniş asla genel akışı etkilemez. Jared Diamond haklıysa tarıma geçmek yaptığımız en büyük hataydı, ama sonuçta tarıma geçmeyenler ellerindeki her şeyi kaybettiler.
Çoğunluğa kalsa tamamen sanal bir ortamda yaşayabiliriz. Şüpheniz varsa Second Life veya World of Warcraft oynamış olanlara sorun. Ama sıkıntı şu ki henüz fiziksel bedenlerimize bağlıyız. Kafamızı sağa çevirdiğimizde dağınık bir oda gördüğümüz sürece bu tür oyunlar bizi yeterince mutlu etmiyor. Bu yüzden hayallerimizi fiziksel dünyanın üstüne giydirmek zorundayız.
Dolayısıyla sonraki adımlar Pokemon GO’nun devamı olacak. Gerçek dünya verilerin kaynağı olma ayrıcalığını kaybedecek ve veriler için bir sahne haline gelecek. Böyle bir dünyada Washington DC’deki Soykırım Müzesi sizi çok mutlu edebilir. Çünkü aradığınız pokemonu orada da bulabilirsiniz. Ve böyle bir dünyada kimse kimseyi öldürmüyormuş gibi yapabilirsiniz. Tabii kimse sizi evinizden almadığı sürece.
*Yani lütfen kimseye “Pokemon GO gibi bir proje geliştirelim” demeyin. Bu cümlenin “Facebook gibi bir site geliştirelim” demekten çok bir farkı yok.
Güzel bir yazı kaleme almışsınız.