-After all this time?

-Always. 

Romantik bir giriş yapsam da Snape aşkınızdan da yararlanıp, sosyal medya platformlarındaki son durumdan bahsedeceğim.

Facebook, benim yaş grubumda olanlar için ilk göz ağrısı gibi bir şey (gibi diyorum çünkü utanç verici hi5, Myspace, Yonja vb batağından bahsetmek istemiyorum). Tüm hesaplarımızı Facebook’a bağladığımız için artık neredeyse SGK’ya da Facebook’la girecek ve oradan bakacak durumdayız. Hatta çoğumuz için Spotify, Facebook ile var mesela. Akrabalar ve 2005’liler bastı diye de olsa kapatılacak noktada değil yani. Hele insanların %90’ının iddia ve icra ettiği gibi, sosyal medya işiniz ise, yönettiğiniz en az 5 Facebook sayfası olduğu için, siz kapatmak isteseniz de işiniz gereği bir şekilde içinde olacaksınız Facebook’un.

Bunu hazmetmek, teyze yorumlarıyla yaşamak bir yanda dursun. Facebook’un trending olan her sosyal medya platformuna karşı “ya benimsin ya da ölüsün” tutumundan da haberdarız ama yok gibi davranıyoruz. Bundan dört beş sene önce, dur biz de bir Instagram olalım diye türlü filtre çalışmalarıyla sevenlerini üzüp en sonunda çareyi Instagram’ı satın almakta bulmuştu bilen bilir bilmeyen de Googlelar.

Şimdi ayrı gibi söylediğimiz ama babasının oğlu canımız Instagram’ımız da baktı ki dönemin her gün 5 post giren ve hashtag kasan canlı kullanıcı kitlesi Snapchat diye bir şeye kaydı bir de bu yetmezmiş gibi gelip #Snapchat yazıp kullanıcı adı paylaşmaya başladı. Instagram da bir yere kadar kendine hakim olabildi, aile içinde neler döndü bilemeyiz ama Facebook bu olaylar üzerine Snapchat’e “yawru aliim mi seni?;)” dedi 2013’te ve 3 milyar dolar gibi bir teklifle geldi. Snapchat ise ortamların serkeşi olarak “Hayır.” demiş olsa gerek ki birkaç gün önce hepimiz Instagram’da “Stories” isimli fena halde tanıdık bir özellikle karşılaştık.

Instagram’ın CEO’su Kevin Systrom çıkıp “Sonuçta ortada bir format var bunu nasıl, ne şekilde kullandığınız önemli. Olmayan bir şeyi yaratmıyoruz hiçbirimiz.” Minvalinde hafif ılımlı islam-hafif silikon vadisi, hafif de “yaptım ama neden bi sor kızım önce allalla” temalı bir açıklamada bulundu konuya istinaden.

Snapchat’i sırf CEO’su Evan Spiegel aşırı yakışıklı diye kayıracağım gibi bir fikre kapılmayın, çünkü salt o nedenle kayırmayacağım; başka nedenlerim de var. Marks’ın da dediği gibi her zaman bir tık daha ezilenin yanında olmaya meylettiğim için de değil aslında bu fikrim.

Snapchat’in diğer sosyal platformların aksine, insanı ilk etapta bir şey üretmeye sonra etraftakiler ne yapmış diye bakmaya yönelten tasarımı, uygulamayı açınca direkt kameranın açılması, feed görmek yerine kendi feedini yarat gibi bir mesaj içermesi yani ve diğer tüm sosyal medya platformlarına nazaran daha az skor meraklısı olması gibi kendine has özellikleri var.

Ancak, günümüz sosyal medya platformları ve tabii ki neredeyse tüm networkler, madem burada varım o zaman varlığım görülsün üzerine kurulduğu ve kullanıcıyı buna alıştırdığı için, Instagram’ın daha skor odaklı bir şekilde tasarladığı Stories opsiyonunu sunması ve Stories’ini gördüğünüz kişilerin belirli bir portfolyosunu da görmenizi sağlaması, Snapchat’teki “Uff aslında çok komiğim ama nasıl keşfedilicem, sadece arkadaşlarımla mı snapleşicem?” handikapını; yani kısmen daha kapalı bir ağ olması problemini çözüyor ve sizi daha çok kişiyle buluşturuyor.

Fakat bu handikaplar aslında Snapchat’in esas değerini sağlayan şeyler. Snapchat’in halka açık bir şov alanı gibi olmaması; like hesabına, yeterince beğenilmezse silme gibi bir gerginliğe düşürmüyor sizi. Genelde çöp gibi snapler çekiyor ve atıyoruz; çünkü, karşıdakinden de gelecek olan şeyin bu ayarda olduğunu biliyoruz. Snapchat’in o nedenle herkesi şaşırtan bir sosyal medya anlayışı var; ne kadar popüler olduğunuzu çok da bilemediğiniz bir yer aslında. Diğer tüm platformlarda bunu bir şekilde beğeniyle, takipçiyle hesaplarken Snapchat’te arkadaşlarınızla snapleşiyorsunuz, popüler olma kaygınız pek yok.

Peki sosyal medya platformu olup da bu devler arasında boy gösterip hem de bir nebze de olsa özgün kalmak mümkün müdür? Açıkçası, sosyal mecralar da karakter sahibi oluyor, hatta olmak zorundalar. Gerek içerik, gerek tutum olarak kendilerini daha farklı yerlerde konumlandırıyorlar rakiplerinden. Hepimiz Twitter’ın ne kadar daha kullanıcısına sahip çıkan bir platform olduğunu biliyoruz; yoksa gezi döneminde şu ana kadar gözaltına alınmayanlarımız da alınmış olurdu diye tahmin ediyorum. Ve daha nice örnek bulabiliriz bu duruma dair.

Sosyal medya olsa da direkt birbirinin alternatifi olmaya çalıştığında iki tarafın da kaybedeceği bir savaşa girmiş olunuyor. Bu nedenle, zaten tutan/trend olan bir özellik alınıyor ve birkaç değişiklikle kendi platformunuza ekleniyor. Facebook “feed” özelliğiyle çıktığında bunu LinkedIn bile dahil olmak üzere tüm sosyal medya platformları bir şekilde modifiye ederek kendisine eklemişti.

Günün sonunda, evet amaç mümkün olduğunca çok kişiye ulaşmak ve onları platformunuzda daha çok zaman ayırmaya itmek ama bu demek değildir ki her platform birbirine inanılmaz yaklaşacak ve sonunda bir füzyon olacak. Çok sayıda sosyal medya platformu olmasını çok partili olmak ve daha farklı sesler de duymak olarak düşünürsek; bunun herkesin aşağı yukarı aynı şeyi söylemesi ama kurgusal da olsa eser miktarda daha özgür ve duyulmuş hissetmemiz gibi de yorumlayabilirsiniz.

Küçük ya da büyük her türlü platform bir şekilde birbirinden beslenmek ve diğerlerini de beslemek durumunda aslında. Dev isimler satın alma yarışına girince duyuyoruz; ancak, bu zaten her iş alanında görülen bir şey. Şaşırmaya pek gerek yok.

Peki bunca zaman sonra Facebook ve diğer tüm isimler bu tutuma devam edecek mi? Cevap, tabii ki evet. Daima.