Türkiye nüfusunun, %49,8’i kadınlardan, %29,4’ü çocuklardan oluşur. Dünyaya ölçeklediğimizde de durum pek farklı değil.

2004 yılında 5 – 14 yaş arası dünya nüfusunun yaklaşık 565 milyon olduğu, 2030’da ise bu rakamın 800 milyonu bulacağı tahmin edilmektedir. (McDougall ve Chantrey 2004: 8). Benzer şekilde ülkemizde de Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre; 31.12. 2009 tarihi itibariyle 72.561.312 kişi olarak hesaplanan toplam nüfusun 18.859.334‘ü 0- 14 yaş arası çocuklardan oluşmaktadır. (www.tuik.gov.tr).

Bir başka deyişle ülke nüfusunun neredeyse % 26’sını 0- 14 yaş grubu çocuklar oluşturmaktadır. Toplamda 6,1 milyar olan dünya nüfusunun da % 30’unu 0 -14 yaş arası çocukların oluşturduğu belirlenmiştir. (www.prcdc.org).

Görüldüğü gibi çocuklar demografik olarak önemli bir gücü temsil etmektedir. Ve bu grup, dünya döndüğü sürece aktif birer tüketici olarak var olacaklar. Çocuklarını rahimlerinde ilk hissettikleri andan itibaren bu kadınlar, kendilerinden çok çocukları için bütçe ayıracaklar. Ve o çocuklar, değişen teknolojik trendler, dijital dünyanın her şeye ulaşmayı kolaylaştırması sayesinde de daha “agu” demeye başlar başlamaz, etkili birer alışveriş canavarı olacaklar.

HER FİRMANIN BİR ÇOCUK ÜRÜNÜ OLMAYA BAŞLADI…

Gerçekten de çocukların ekonomideki itici gücüne paralel olarak doğrudan çocuklara yönelik üretilen ürün veya hizmet yelpazesinde ve çocukları hedefleyen pazarda gözle görülür bir artış vardır. Ülkemiz açısından ele alındığında da her yıl daha fazla sayıda kuruluşun çocuklara yönelik pazarla ilgilendiği görülmektedir.

Artan şekilde yalnızca çocuklara yönelik üretim yapan tekstil firmaları, kitap ve süreli yayınlar, oyuncak süpermarketleri, alışveriş merkezlerindeki oyun ve eğlence alanları, eğlence merkezleri, sinema endüstrisi ürünleri, temizlik ürünleri (özel diş macunları, diş fırçaları, şampuan, krem vb. ), sakız, çikolata, kahvaltılık gevrek, bisküvi, makarna, yoğurt, meyveli süt vb. gibi ürünlerin yanında hazır gıda işletmelerinin çocuk menüleri de çocukların değerli bir hedef kitle olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.

3- 17 yaş arasındaki çocukların kişisel ihtiyaçları ve eğlence için yıllık 50 milyar dolardan daha fazla para harcadığı, aynı yaş grubunun hane harcamaları üzerindeki etkisinin ise her yıl için yaklaşık 340 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. (www.mediafamily.org)

Benzer şekilde AC Nielsen Zet firmasının ülkemizdeki çocuk ve gençlerin satın alma ve marka kararına ne ölçüde etkili olduklarını belirlemek amacıyla yaptığı araştırmada da, çocuklarıyla birlikte alışverişe çıkan ailelerin % 82’sinin tüketim miktarlarının arttığı ortaya konmaktadır (www.hurriyet.com.tr).

Sadece bu rakamlar bile, bu hedef kitlelerin daha detaylı analiz edilmesini gerektirmektedir.

 

YENİ JENERASYON ANNELER…

Artık kadınlar daha geç çocuk sahibi oluyor. Değişen kültürel yapılar nedeniyle, son birkaç yılda çocuk sayısı nispeten çoğalmaya başlasa da genel olarak 1-2 çocuk sahibi daha ufak aile yapıları içerisinde yaşam devam etmektedir.

Ve bu anneler, aslında dijital dünyaya doğmamış, sonradan adapte olmuş, hala sokak oyunlarını hatırlayan, zamanında ağaca tırmanıp meyve toplamış olan kadınlardır.

Oysa dijital dünyanın tam göbeğine doğmuş olan çocukları ile fark etmeseler de aralarında kültürel bir gap/boşluk vardır.

Bizler, ebeveynlerimizle yaşadığımız çatışmaların çok daha büyüklerini çocuklarımızla yaşamaktayız ve yaşayacağız. Sosyal hayatta, iş hayatında hatta eğitime bakışımızda çocuklarımızın vizyon ve beklentilerinden nispeten daha uzaktayız.

Ancak, dönem ve şartlar ne olursa olsun, her annenin SES düzeyinden bağımsız olarak elinde tek bir hedefi vardır: “ Ne olursa olsun iyi bir anne olmak!”

Bu amaca ulaşmak için zamanını, parasını, sabrını vermeye hazırdır.

Ancak bu kan, ter ve gözyaşı da içeren bir yolculuktur.

Çünkü çocuklar, belli bir yaşa gelene kadar dünyevi motivasyonlardan uzaktır. Soyut kavramları algılayamazlar. Bu da iletişimde anneyi maddi, manevi desteğe aç hale getirir.

İşte bu anlar, markaların, kurumların devreye girdiği ya şah ya da şahbaz oldukları anlardır.

WOM’un bu derece etkili olduğu bir dönem yaşamadık. İstikrarın ve güvenin bu derece elzem olduğu bir pazarlama ve iletişim süreci yaşamadık.

Şimdi markalar, iletişimciler, pazarlama dünyası ve kurumlar olarak masaya rasyonellerle oturmamız ve hamasi değerlerden çok, net rasyonel faydalar ve somut çıktılar üzerinden değerlendirmeler yapmamız gerekiyor.

Kim bu insanlar, bizden ne bekliyorlar, markamızı onların aklında ve kalbinde somutlaştırmak için neler yapmamız lazım. Konvansiyonel yaklaşımlar dışında inovatif çözümler, farklı mecralar ve gerilla operasyonlar için daha fazla kafa patlatmamız lazım. Anlık heyecanlar ve etkiler yaratırken, ana çatımızı destekleyen, uzun vadeli adımlarımızı da gözden geçirmeliyiz.

 

ÖZETLE ASLINDA, BACK TO BASİCS DOSTLAR!

İlk bölümü kapatmadan önce size anlık adımların etkisi ve bunun uzun vadeye yansımasına dair bir anekdot ve bir de öneride bulunmak istiyorum. ( Bunu sıkça yapacağım J )

Toyzzshop, bir annenin, haftada 1 gün ziyaret etmeden asli görevini yerine getirmediği bir mağazadır. Bu mağazada, binlerce çeşit oyuncak bulabilirsiniz. Ve bir erkek çocuğu annesi olarak Cars serisinde yer alan yarışçı arabaların isimlerini de ilk 1 yıl içerisinde ezberlemiş olmalısınız.

Mağazanın Kozyatağı Şubesi’nde bir gün yine haftalık hac ziyaretimizi yaparken, CARS serisi arabaların büyük sepetlere konduğunu gördük. Oğlumun boyu yetişmediği için kucağıma çıkıp, kendisinde olmayan bir model var mı bakmaya başladı. Zorlu süreç, oğlan olmuş 15 kilo bende de lordoz ve skolyoz var. Can hıraş bir şekilde yeni model ararken, oğlum keşke bu arabalara daha kolay ulaşabileceği bir yerde dursalardı serzenişinde bulundu.

Yanımızda başka işlerle uğraşan bir mağaza görevlisi olduğunu fark ettim ama o anda konuyu açmadım.

Bir sonraki kutsal ziyaretimizi aynı mağazaya gerçekleştirdiğimizde, muhtemelen bizim oğlanın serzenişini duyan mağaza görevlisinin, aklına sağlık, anında attığı adımla, arabaların oğlumun boyuna uygun bir rafa yerleştirildiğini gördük.

Kalbimizi fetheden bu adım, oğlumun daha büyük bir hevesle mağazaya girmesini sağladı. Ekonomik anlamda beni yıkan ama bir iletişimci olarak takdirimi alan bu adım sonrasında aslında şunu düşündüm. Mağazacılık mantığı içerisinde aslında bu ilk öğretilen kuraldır.

Tüketicinin göz hizasında olacaksın! Ve buradaki tüketicin neredeyse bir arpa boyu 🙂

Bunun yanı sıra şunu da düşünelim. Aileler, çocuklarının erken yaşta bütçe yapmayı öğrenmesini ister. Kumbaralar bu nedenle hayatımız boyunca vazgeçilmez birer unsur olacaklardır.

Aile bütçesini de kısmen rahatlatan bu eğitim, çocuğun emek vererek bir amaca ulaşmasını da öğretecektir. Ve biriken her para, illa ki oyuncakçılarda harcanacaktır.

Ancak unutmayalım ki, her oyuncakçı, tekstil mağazasının kasa yüksekliği yetişkinlere göre ayarlanmıştır.

Peki, hedef kitlemiz olan bu miniklerin, markamızla daha fazla duygusal bağ kurması için onlara özel bir boyda hazırlanmış ve kumbaraları ile geldiklerinde tırmanmak zorunda kalmayacakları bir kasaları olsa…

Kumbaraları ile gelen çocuklar, kendilerine özel hazırlanmış kasaların önünde paralarını çıkarsalar ve kasiyerle daha rahat iletişim kuracakları bir ortamda alışverişlerini gerçekleştirseler… Hem kendilerine olan güvenleri hem de mağaza içerisinde kendilerini daha ait hissedecekleri bir ortamı bulmazlar mı?

Hatta bir fikir daha size: Belli bir rakamın üzerinde kumbarasında para biriktirmiş olan miniklere, özel günlerde mağazalar da artı bir ekleme yaparak daha yüksek meblağlı alışveriş yapma imkânı sunsalar?

Alın size hem anlık hem de istikrarlı bir biçimde şekillendirilmiş, gönüllere taht kurma ve daha fazla ciro yapma imkânı… Gelecek bölümde görüşmek üzere…