Markalar bazen bir garajda sıfırdan yaratılır bir grup yakın arkadaş tarafından. Bazen steril ortamlarda bir araya gelen profesyoneller eliyle, bazen güçlü bir kişiliğin yönlendirdiği bir ekip aracılığıyla. Markalar bu insanlardan, bu topluluklardan alırlar kimliğini, karakterini. Markanın amacını, değerlerini, inançlarını bu grup oluşturur. Ve markanın davranışları bu grubun davranışlarını yansıtır.
Markanın başarısı veya başarısızlığı markayı oluşturan bu kültürle yakından ilgilidir. Yani başarıyı korumak, devam ettirmek ve geliştirmek veya başarısızlığa müdahale etmek için markayı yaratan kurum kültürünü anlamak ve hangi unsurlardan oluştuğuna bakmamız gerekir.
Basit bir söylemle kurum kültürü, bir ortamda “işlerin nasıl yürütüldüğünün” bir göstergesidir. Kurum kültürleri; rekabete bakışlarıyla, müşteri ilişkileriyle, ritüelleriyle, ünvanları, hiyerarşisi ve hitaplarıyla, mekanların düzenlenmesi ve kullanımıyla, çalışma saatleri ve çalışan deneyimiyle, yeni ürün geliştirme yöntemleriyle, toplantı yönetimiyle ve her türlü tutum ve eylemlerinde hemen fark edilebilirler. Kurum kültürünün niteliğini çalışanların sosyalleşmesi ve dayanışması belirler.
Çok öpüşen treni kaçırır
Sosyalleşmenin yüksek olduğu kurumlardaki samimiyet, paylaşılan fikirler ve sansürsüz sohbetler kendiliğinden oluşan bir beyin fırtınası, çoğu zaman müthiş fikirlerin ortaya çıkması için zemin hazırlar. Sosyalliği yüksek ortamlar, takım çalışmasını, bilgi paylaşımını, yeni fikirlere açık hale gelmeyi teşvik eder. Yaratıcı olmak adına bu ortam bir nimettir.
Yüksek derecede sosyal iş ortamlarında çalışan kişilerin mesai saati kaygısı yoktur. İş ne zaman biterse o zaman işin başından kalkarlar çünkü arkadaşlarını yarı yolda bırakmak istemezler. Çalışanlar, iş arkadaşlarına yardım etmek adına, normalde gerektiğinden daha fazla çabalarlar.
Çalışma saatleri sonrası sohbetler, çalışma arkadaşlarıyla beraber içmeler, birlikte tatillere gitmeler, hafta sonu buluşmalarıyla, yüksek sosyalleşmiş kültür, iş yaşamı ile özel yaşam arasındaki çizgiyi silikleştirir. Bu dışa dönük karakterdeki kişilerin tam aradığı kuruluştur ve böyle bir ortamda çalışmak onlar için çok zevkli olabilir. Diğer taraftan kişiye ait çalışma alanı ve mahremiyete önem veren bireyler için ise bu tip kuruluşlar tam bir kabustur.
Yüksek derecede sosyal ortamlar, oy birliği ile ilgili abartılı hassasiyetleriyle tanınırlar. Bu durum bazen saatler, günler süren ve sonuçlanmayan toplantılara neden olur. Hatta bazen ise doğru çözüm yerine üzerinde uzlaşılan çözüm uygulamaya koyulur.
Düşmanı yok et!
Dayanışmanın yoğun olduğu kurumlar birlikte saat gibi işleyen bir makine gibi çalışırlar. Hedefler çerçevesinde güçlü, hatta şiddetli bir fikir birliği vardır. İşleri hemen halletme, kuvvetli ortak amaç paylaşımı, hedeflere son derece yoğun odaklanma, anlaşmazlıkların üstesinden gelme açısından mükemmeldir.
Dayanışmanın yüksek olduğu kültürlerde hedefler nettir, yapılması gerekenler bellidir, iş iştir. İşin gerektirdiği görev kutsaldır. İş, eğlenceli ve ilginç hale gelmek zorunda değildir. Şirket toplantıları, yemekler, partiler, geziler hep işle ilgilidir. Hafta sonu satış noktaları ziyaret edilir. İş konuşulur, hedefler tartışılır, rakibin nasıl öldürüleceği değerlendirilir.
Rakip yani düşman nettir ve yok edilmesi, saf dışı bırakılması gereklidir. Önemli olan, vakit kaybetmeksizin işi bitirmektir. Her an tempolu ve bir hedefe yöneliktir. Kısa vadede kazanamazsanız, öldünüz demektir. Kısa vadeye bu denli yoğunlaşma, kendini aynı zamanda takımlar, birimler ve işlevler arası iletişim kopukluğu biçiminde de gösterebilir. İyi iş çıkarırsanız ödülünüzü alırsınız.
Hedef odaklılar, başladığı işi bitirmeye tutku derecesinde istek duyanlar, rekabetçi enerji ile gelişenler, çok güçlü bir egoya sahip olanlar, olaylara siyah-beyaz olarak bakmayı sevenler yüksek dayanışma kültürlü kurumlarda başarılı olabilirler.
Bir şirket için tek bir doğru kurumsal kültür yoktur hatta çoğu zaman birçok şirkette farklı kültürler olabilir.
Soruna neşter atalım
Somut örneklerle devam edersek; bir hastaneye karşı tepkilerimizi koğuşumuzun ya da odamızın görünüşü, doktarların ve hemşirelerin davranışlarına göre değerlendiririz. Fakat ameliyata girmek üzere olan bir hastanın önceliği, kendisini ameliyat edecek olan cerrah grubunun birbirleriyle golf arkadaşı olmasından çok, kendilerini hastasını iyileştirmeye sonuna kadar adamış doktorların elinde olduğunu hissetmektir.
Diyelim ki; en geç çarşamba gününe kadar büyük miktarda elektrik motoru bekleyen bir alıcı olduğunuzu farz edin. Fabrika perşembe günü bunları çamaşır makinelerine monte edecek, cuma günü makineler teslimat için dağıtıma gönderilecek olsun. Tedarikçi şirketinizin, emanetin son teslim tarihine kadar, hatta sonunda bile beyin fırtınaları ve oylamalarla uğraşan sosyal elemanlardan mı oluşmasını istersiniz, yoksa ne olursa olsun belirlenen tarihe kadar malı elinize ulaştırma hedefine kilitlenmiş elemanlar mı?
Go kartlı ve kaydıraklı ofisler
Seçtiğimiz, satın aldığımız her şeyde daha yoğun davranışsal içerik ögeleriyle karşılaşıyoruz. Ürünler kişiselleştiriliyor, imalatlar müşteriye göre uyarlanıyor. Birçok geleneksel ürün markası çoktan hizmet markasına dönüşmüş durumda. Marka davranışı daha fazla önem kazanıyor. Markalar müşterilerine yeni marka deneyimleri tasarlıyor, çalışan deneyimi kurumların gündeminde.
Apple yeni müşteri deneyimlerini yeniden kurguluyor. Apple Storelar açmak yerine bulundukları yerde şehir meydanı gibi algılanacak mekanlar oluşturmaya yönelik düzenlemeler yapıyor. Apple çalışanları Genius Barlarda müşteriyle karşı karşıya konuşmak yerine, bahçe konseptiyle “ağaç altında” yan yana bir araya geliyorlar.
Google çalışanları mesai saatleri içinde bisiklete binebiliyor, bilardo oynayabiliyor, uygun gördükleri alanlarda uyuyabiliyorlar. İstedikleri kıyafetleriyle ve köpekleriyle işe gelebiliyorlar. Ofisler, Google’ın yaratıcılıktan besleniyor olması düşüncesi nedeniyle, çalışanlarına yaratıcı olabilecekleri bir ortam sağlayacak şekilde tasarlanıyor. Kurum kültürünü korumak ve geliştirmek yolunda Google, çalışanlarının ofiste ve iş yerlerinde istedikleri gibi bir ortam yaratmak konusunda sınırları zorluyor.
Kaynaklar:
Kurum Kültürü, Rob Goffee – Gareth Jones. MediaCat Yayınları 2002. Kurum kültürü konusunda küresel markalara hizmet veren, akademisyen-danışman Rob Goffe – Gareth Jones kurum kültürlerini, geliştirdikleri 2S modeliyle “Şebekeleşmiş Kültür, Topluluksal Kültür, Kar Amaçlı Kültür ve Bölümlenmiş Kültür” olmak üzere dört farklı başlık altında incelerler. Kitapta, kurum kültürünü; kurumdaki “sosyalleşme ve dayanışma” oranlarını düzenleyerek geliştirilebileceğini ve istenilen yönde nasıl değiştirilebileceğini anlatırlar.
Marka El Kitabı, Wallly Olins – Callisto Yayınları, 2012
“Çok öpüşen treni kaçırır” Ünlü reklamcı Eli Acıman’dan
Yorum Yok