Sanayi 4.0’ın ayak sesleri gümbür gümbür Avrupa’yı sararken, Türkiye’de öncelikli atılımlar elbette fabrikaların, büyük imalatçıların, imalat süreçlerini yenilemeleri, otomasyon sistemlerini değiştirmeleri vuku buldu. Açıkçası, ilk kez, batılı ülkelerle eşit düzeyde bir yarışa girme imkânına sahibiz.

Sanayi 4.0 benim için başka bir auraya sahip: “ Sanat ve Bilim Odaklı İnsan Yetiştirmek”

Eskiden sanayinin girdisi “kaynaktı”, bugün geldiğimiz noktada ise “ yaratıcı insan”. Dünyada azalan kaynaklar, pek çok ülkeyi, gezegenimizin dışına yöneltirken, bu teknolojiye sahip olmayan ancak vizyonu geniş ülkeler de “insana yatırım” yapmaya dönmeye başlamıştır.

Azalan kaynaklar nedeniyle, dönüştürücü, yaratıcı çözümleri destekleyen eğitimler, küçük yaştan itibaren, en başta Finlandiya’da çocukların yaşamlarının birer parçası olmaya başladı. Toplumlar, insanlar, gruplar… Hepsi yönlendirilebilir. Her biri, sadece dış görünüşleri, kökenleri nedeniyle bile seçilmemiş kaderlerinde ilerlemeye zorlanabilirler. İşte tam da bu noktada, geleceğin bireyleri, toplumları için bilimin, sanatın, bilgi ile beslenip, dönüşen ve şekillendiren yaratıcılığın önemi ortaya çıkıyor.

“YAP AMA HOBİ OLARAK YAP” ÖĞÜDÜ SON BULMALI…

Türkiye gibi nüfusu kalabalık toplumlar, yönetilmesi zor topluluklardır. Kitleleri sakinleştirmek, yönetmek için birkaç unsur üzerinden ilerlemek gereklidir. Oysa bu değerlerin, gelecek yüzyıllarda yerleri neredeyse yok olacaktır. Bunların yerine, sanatı, bilimi koyan toplumlar ise yarışı kazanacak, üretecektir. Üretemeyenler ise, işçi kalmaya devam edecektir.

Gelecek, “makerların”dır. Yeni bir Rönesans başlıyor, sanatı bilimle, bilimi günlük hayatla, günlük hatayı teknolojiyle, teknolojiyi yaşamı kolaylaştırmakla, yaşamı kolaylaştırırken yenilenebilir kaynak üretimleri ve icatlarla beslemek artık bu ülkenin boynunun borcudur. Aksi halde, bugün, pek gurur duyduğumuz, güya bilinçli yetiştirdiğimiz 2010 ve sonrası doğan çocuklarımız, geleceğin işçileri, açlık ve sefaletle boğuşan, kayıp nesilleri olacaktır.

Turkcell CEO’su Kaan Terzioğlu’nun değerli açıklamalarına kulak kabartmak gerekli, “ Geleceğimiz için çocuklarımıza ek kabiliyetler katmalıyız. Dönüşüm başlıyor ve biz geride kalmadık.”

Aynı şekilde Doc.Dr. Selçuk Şirin’in de sözleri çok anlamlıdır: “ Dünya STEM’ler ve kodlama eğitimleri ile ilerliyor, acilen her ile fen liseleri ve laboratuvarlar kurmalıyız.”

Çok değerli drama hocamız Ergin Yaldız’ın yaptığı araştırmada çıkan bulgular da etkileyicidir:

“ Her geçen yıl, öğrencilerimin, drama oyunlarında daha kısır olduklarını üzüntüyle gözlemliyorum. İlk yıllarda sorunlara 4-5 çözüm üreten öğrencilerin, teknolojinin boynu büküklüğü içerisinde, yaratıcılıktan ve meraktan uzaklaşmaktadır.”

Çocuklarımıza, yetenekli oldukları alanlarda nefes alacakları, kendilerini geliştirecekleri platformlar sunmak zorundayız. Dün müzikle, sanatla, tiyatroyla ilgilenen her bireyin, ailesinden ilk duyduğu cümleyi, literatürümüzden silmek zorundayız. Nasıl ki Leonardo Da Vinci, sadece bir ressam değildi, mimar, bilim insanı, doktordu, bugün de tüm bilim dallarının, birbirleri ile olan ilişkisini, neden-sonuç ilişkilerini, birbirlerinden beslenme noktalarını, 10 yaşından önce çocuklarıma anlatmak, deneyimletmek ve somutlaştırmak zorundayız.

Bu neslin, geleneksel mesleklerin yüceltilmesinden çok, yaratıcılık ile büyütülmeye ihtiyacı vardır. Yaratıcılığın olmadı ülkeler, uygulamacı kalmaya mahkumdur. Yaratıcılığı tetiklemek ise, düşündüğünüzden daha kolaydır. Hali hazırda beyinleri üretmeye açık olan çocuklarımızı, kendi kültürümüzün değerleri ile de besleyebiliriz.   

  1. Masallar ve efsaneler: Yaratıcılığı, dramayı, hayata dair ipuçlarını barındırır, kurgulamayı, neden sonuç ilişkisi kurmayı sağlar. Almanya ve Türkiye kadar bu anlamda kendi köklerinden beslenebilecek başka iki ülke daha yoktur.
  2. Alma, ürettir: Çocuklara sürekli oyuncak alarak, sınırsız talepkarlıklarına platformlar yaratarak üretmeye sevk edemeyiz. Çocuğunuzla geçireceğiniz en kaliteli vakit, onlarla beraber üretim yaptığınız zamanlardır. Mutfakta bir kurabiye yaparken bile ölçülülüğü, dengeyi, bir arada olması ve olmaması gereken unsurları anlatabilirsiniz.

  1. Dinleyin- yanında olun- somutlaştırın: Çocuklar sözle değil, örnekle, yaşattıklarınızla algılarlar. Deneyimlerini artıracak aktivitelere katılmalarına önderlik edin. Onları dinleyin, onlar birer birey, dikte ettirdiklerinizle değil, çözüm önerilerinizle yönlendirin. Bırakın sorunları onlar çözsünler…

Liste daha çok uzayabilir ama ben bir eğitimci değilim, ama bir oyun kurucu ( stratejist) ve içgörü avcısı olarak, iletişim dünyasının bu alandaki rolünü yadsımaması gerektiğini söylemek zorundayım.

Markalara ve iletişimcilere düşen görevler:

  1. Oyun kurgunuza tüketicinin yaratıcılığını ekleyin: Verilen promosyonlar, kurulan çocuk bilgisayar oyunları siteleri, sokak aktiviteleri, avm etkinlikleri… Her birisini, standardın dışında genç neslin yaratıcılığını tetikler hale getirmek bizim elimizde. Müşteri ikna olmuyorsa, ikna etmek de “yaratıcılığı destekleme fikrini” satmak da bizim görevimizdir.
  2. Ödüllerinize “maker eğitimlerin” de ekleyin: Her sene çekilişle buzdolabı, tv veya tatil vermeyin. Aileleri de yönlendirecek, çocukları besleyecek binlerce kurum var bu ülkede, maker eğitimlerinden tutun da robotike, küçük yaşta mühendislik eğitimleri sunanlara karar pek çok işbirliği yapabileceğiniz kurumu araştırın ve iş planınıza ekleyin.
  3. Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Tek atımlık değil, bilimle, sanatla desteklenen, odağında dönüşümü, sürdürülebilirliği barındıran, hayırseverlik değil, pazara ve insana sunduğu faydayı gözetilerek modellenmiş kampanyalar hazırlayın. ( Bilmiyorsanız, bir bilene danışın, sadece Kss alanında uzmanlaşmış kurumlar Türkiye’de var.)
  4. Devletle çalışın: MEB’nın, bu ülkenin geleceği için en önemli adımlardan birisini attığını düşündüğüm “Okul-Sanayi İşbirliği Modeli”ni inceleyin. Ara eleman, teknik eleman, üretime teşne eleman açığını, markalarınızla birlikte kurgulayabilirsiniz. Gözden çıkardığımız çocuklara, yatırım yapıldığında neleri başardıklarını bir görseniz…
  5. Engel Tanımayan Ekonomiler Yaratın: bugün Almanya’da, engellileri ekonomiye kazandırmak için yapılan kolektif yatırımlar inanılmaz boyutlara ulaştı. Kurumların, pek çok elle yapılması gereken paketleme, ambalajlama, elleçleme, tamirat işleri, hafif zihinsel engelli bireyler tarafından yapılıyor. Ataşehir’de bunun için etkileyici bir merkez kuruldu. Engellilerin en büyük sorunu onları hayata hazırlayacak öğretmenlerdir. Bugün Türkiye’de engelli öğretmen sayısı öylesine az ki, son 2 yıldır mezun verilmiyor. Özel eğitim öğretmenlerine yatırım yapın.
  6. Pedagoglarla ve sosyologlarla çalışın: Artık daha derine inme zamanı, klasik içgörüler para etmiyor. İnsanın doğasını en iyi bilenlerle, dönüşümün anahtarını elinde tutanlarla çalışın.
  7. Araştırmaları derin okuyun: Yaptığınız araştırmaları “beyan” olarak okumayın. Konuşulmayanı çıkarın. Kendi ekiplerinize araştırma sonuçlarını okuyup, bir adım öteye fikir sunarak gelmelerini sağlayacak, bu fikirleri bütçeden bağımsız koruma altına alacak “fikir grupları” oluşturun. Kendi elemanlarınızın da gündelik rutinden çıkıp, “iş fikri” üretmesini destekleyin.
  8. Ekonomiye yeni gruplar kazandırın: İş hayatından uzaklaşmış, eve kapanmış, temizlikle aklını bozmuş ev kadınlarını birer gizli müşteriye dönüştürün. Hem evden çalışsınlar, hem size içgörü bulsunlar hem de ekonomiye katkı sunsunlar.

Daha yapacak çok işimiz var o zaman: Are you ready boots? Start walkin’!