Siz önce birkaç saniye bana bir sinir olun, bekliyorum…. ……. ……. Bitti mi? Bitmediyse de yapacak bir şey yok, çünkü gerçekten yapacak bir şey yok. Rakamlar, analizler konuşuyor, ben değil!
Önce bir, “ben değil bilim söylüyor” kısmını anlatayım, siz bir içselleştirin durumu, sonra bu konuyla ilgili neler yapmalıyız ondan bahsetmeye başlayacağım.
- Bugün Türkiye’de 3 milyon + Suriyeli göçmen var. Dahası da yolda geliyor.
- Ekonomik durumu uygun olanlar hayata katıldı, evlerini kurdu.
- Bunun dışında kalanların bir kısmı Türkiye’deki 25 kampta kalırken, bir bölümü de sokakta, hayatımızın içinde yaşıyorlar.
- Bu grubun, 1.2 milyonu çocuk… Çocuk! Sokakta oynaması gereken, eğlenmesi, kahkahası ile günümüzü şenlendirmesi gereken çocuk! Bahçeşehir Üniversitesi, Newyork Üniversitesi, UNICEF raporlarından bazı bulgular:
- Çocukların %44.3’ü stres veren olaylardan 5 veya daha fazlasını yaşamış.
- “Ailenizde çok değer verdiğiniz herhangi bir kişiyi kaybettiniz mi?” sorusuna %74 oranında: EVET yanıtı vermişler.
- “Hayatınızdaki başka birine yönelik fiziksel ya da silahlı bir darbeye şahit oldunuz mu?” sorusuna %59 oranında: EVET yanıtı vermişler.
- “Hayatınızın büyük bir tehlikede olduğunu düşündüğünüz herhangi bir başka stresli olay yaşadınız mı?” sorusuna %58 oranında: EVET yanıtı vermişler.
- Çocukların, %35’i Travma Sonrası Stres Bozukluğu sınırının üzerinde, %49’u Depresyon ölçeğinde yüksek düzeyde, %36’sı “çok yüksek” klinik olarak anlamlı düzeyde puan alıyor.
- Mülteciler sığındıkları ülkede ortalama 17 yıl kalıyorlar. ( «Bir Türkiye Hayali» Kitabı, Dr.Selçuk Şirin, 2016)
- AFAD, kamplarda kalanlar için, eğitimlerini, sosyal yaşamlarını, ekonomiye katkı için kişisel gelişimlerini, psikolojik destek için merkezlerini, okullarını, parklarını muazzam bir çabayla hayat geçirdi, geçirmeye devam ediyor.
- Turkcell, “ Merhaba Umut” aplikasyonu ile dil sorunu olan bu insanlara, hayatta kalma, sorun çözme, hayata entegre olma imkanı sağladı.
- GSK, çalışanları ve Save The Children ile kamplarda gönüllü oldu. Kim bilir, benim daha bilmediğim, kimler, ne emekler verdiler… Hepsinin gönlüne sağlık.
Nerede doğduğunuz, etnik kökeniniz, konuştuğunuz dil, fiziksel özellikleriniz… Beyninizden, ruhunuzdan, bilginizden bağımsız olarak, insanların sizi gruplamasına neden olur. Bu gruplama, kimi zaman ve ne yazık ki, seçmediğiniz bir risk grubuna ait olduğunuzu, seçmediğiniz ama mecbur olduğunuzu düşündüğünüz bir hayatı yaşamanıza neden olur.
- Bazı ülke vatandaşları sadece uyuşturucu ticareti yapıyor diye düşünülür
- Zenciysen, bir çeteye üyesindir
- Bazı ülke vatandaşları, bedenlerini satarak hayatta kalırlar
- X ülkedeki çocuklar fuhuş yaparlar. Kendini gerçekleştiren kehanetler mi demeliyiz, maruz bırakılmak mı?
Günümüzde mültecilerle ilgili giderek yoğunlaşan siyasi ve hukuki tartışmaların temeli Immanuel Kant’ın ‘Ebedi Barış’ (Perpetual Peace) adlı kitabında bahsettiği evrensel misafirperverlik kavramına dayanmaktadır. Kant’a göre dünya üzerinde hiç kimse bir başkasından daha çok, bir yerde olma hakkına sahip değildir. Bu bağlamda ülkesinden zorunlu olarak kaçan insanlar vardıkları yerde misafirperverlikle karşılanmalı ve geri dönüş yapmayarak toplumun bir parçası olmak istemeleri durumunda o toplumun kamu hukukunca düzenlenen haklara sahip olmalıdırlar.
Türkiye, sadece kendi vatandaşları, ekonomi ve gelecek yüzyılın yeni oyun kuralları nedeniyle bir yol ayrımında değil. Türkiye, kabul etsin veya etmesin, Suriyeli göçmenlerini konumlandıracağı yer ile de bir yol ayrımındadır. ( Bu konuyla ilgili daha detaylı okuma yapmak isterseniz, Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Bülteni, Mayıs / 2016 öneririm.)
Bugün seçeceğimiz 2 yol vardır:
- Suriyeli göçmenlerin entegrasyonunu hızlandırmak, hayata en sağlıklı psikolojik destekler ile karışmalarını sağlamak ve ekonomiye kazandırmak
- Ellerimizle bir risk grubu oluşturup, gelecek 20 yıl içerisinde suça meyilli, travmatik bireylerle bir arada yaşamak
Neler Yapmalıyız:
- Dil, entegrasyonun en önemli sağlayıcısıdır. Markaların, dijital dünya aktörlerinin, reklamcıların, üniversite öğrencilerinin, dil kurslarının, bu entegrasyon sürecine katkı sunması, iletişim dilimizde çeşitlendirmeler yapılması gerekmektedir.
- Psikolojik destek Gönüllülük kimi zaman bu alanda riskli olacağından STK, MEB, danışma merkezleri üzerinden eğitimli gönüllülerin sayısının çoğaltılması, entegre bir modelle çocuklardan tutun, yetişkinlere kadar sağlıklı bir birey haline gelmeleri sağlanmalıdır.
- “Aman bizi bulaştırmayın” mantığını bir kenara bırakın: Bugüne kadar görüştüğüm pek çok kurumun tavrı aynıydı oysaki bu bizim geleceğimiz. Markalar her ne kadar göçmenlerle bir arada anılmak istemese de, bu ülkenin misafiri değil, vatandaşı olma ihtimallerini göz ardı etmemelidir. Bu nedenle yapacakları iş birliklerinde göçmenleri ekonomiye kazandırmak, destek olmak için yatırımlar yapmaları şarttır.
- Ekonomiye kazandırmak: Irkçılık yapmadan, düşük ücretlerle ve sefalet için değil, gerçekten ekonomiye girebilecekleri, hatta Türk halkı ile kaynaşabilecekleri modeller üretin. Hem entegrasyonu hızlandırın, ön yargıları kırın hem de üreten bir toplum olmak için elimizdeki insan kaynağını doğru yönlendirin.
- Sağlık hizmetleri açılımları: Farklı coğrafyalardan, farklı sağlık problemleri ile gelen halkın, kaynaşma sürecinde ortaya çıkan hastalıklarla ilgili farkındalık ve çözüm süreçleri modelleyin.
- Çocukları travmadan kurtarın: Türkiye’nin neyi meşhurdur dediklerinde bundan 15 yıl sonra “seri katili” lafını duymayalım. Post travmatik stres bozukluğu nedeniyle risk grubunda olan bu çocukları, hayata kazandırmak, üretim, yaratım ve dönüşüm süreçlerinde Türkiye’nin elindeki bir güçtür. Doğru yönlendirirsek, içlerinden bilim insanları, sanatçılar, öğretmenler, idareciler yaratabiliriz. Onlar çocuk, unutmayın!
Suriyeli sorununu yok saymaktansa, markalar ve reklamcılar olarak toplumdaki önyargıları kırabiliriz. Akademik destekli, doğru modellemelerle, eminim iletişimciler bu taşın altına ellerini sokarlarsa dönüşüm hızlanacaktır.
Yorum Yok