Her ebeveyn çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister.  Daha doğrusu en iyi olacağına inandığı şekilde. Kimi bunu parasıyla yapmaya çalışır, en iyi imkanları sağladığını düşünerek. Kimi kısıtlı imkanlarıyla ama daha çok sevgi ve ilgi vererek. Ne yazık ki, bir insanın yetişmesinde neyin daha etkili olduğunun bir kanıtı veya formülü yok. Zira bir çocuğun yetişmesinde, iyi bir insan olmasında, mutlu olmasında, başarılı olmasında birçok etken var. Maalesef bunların pek azı anne babanın kontrolünde. Öyle ya, DNA bile anne babadan geçen ama kontrol edilemeyen bir faktör.

İyi bir okulda okutursunuz ama arkadaşlarını seçemezsiniz. En iyi giysileri, oyuncakları almak, belki çocuğun arkadaşları tarafından kıskanılmasına ve izole edilmesine sebep olur. Beslenmesine dikkat etmek iyidir ama dışarıda ne yediğini kontrol edemezsiniz.

Her pazarlamacı da markası için en iyisini yapmak ister[1]. Ancak bunun da bir formülü yoktur. Çok para harcamak da, her yerde bulundurmak da, herkese duyurmak da, markanın sağlıklı büyümesini garanti etmez. Harcıalem bir marka için çok kaliteli görünümlü bir ambalaj bazen fiyat algısını çok yukarı çektiği için tüketiciyi itebilir. İyi bir medya bütçesi, doğru mecralar ve doğru reklam malzemesi olmadan hedef kitlesine erişemez. Tüketicide ilgi ve güven oluşturmadan marka bir kol mesafesinde bile olsa raftan alınmaz.

Öyleyse biz de evrensel değerlerle yetiştirelim markamızı. Empati yapsın, dürüst olsun, bilinçli ve kendiyle barışık olsun, çalışkan olsun, sorumluluk sahibi olsun. Yani;

Empati yapsın: Tüketicilerin duygusal kararlar aldıklarını söyleyip duruyoruz. Herkes ihtiyacı için tüketiyor ama bunlar fiziksel olmaktan çok duygusal ihtiyaçlar. Marka tüketicilerin gerilim noktalarını, onları neyin endişelendirdiğini anladığını iletişiminde göstersin, onları sunduğu çözümlerle rahatlatsın.

Dürüst olsun: Reklamında, iletişiminde bulunduğu vaatlerini gerçekleştirsin. Gerçekleştiremeyeceği vaadi vermesin. Bir süre geçtikten sonra tasarruf etmek için veya nasıl olsa fark edilmez diye bazı faydaları, katkıları içeriğinden eksiltmesin, ucuzlarıyla değiştirmesin, kalitesinden ödün vermesin.

Bilinçli ve kendiyle barışık olsun: Sahip olduğu değerlerin farkına varsın. Kendini olduğu gibi sevsin, güçlü ve zayıf yönleriyle. Sahip olmadığı şeylere sahipmiş gibi, içinde olanları yokmuş gibi göstermesin. Tüketici sağlığına zararı olmadığı sürece, “kusurlarını” (örneğin içinde şeker katkısı varsa) örtmeye çalışmasın. İçi dışı bir olsun.

Çalışkan olsun: Stoksuz kalmasın, müşterilerini tatmin etmek için gayret etsin, hatalarını telafi ederken, başarılarını da duyursun. Yaptıklarıyla yetinmesin, kendini hep geliştirsin.

Sorumluluk sahibi olsun: Çevresine, kendini destekleyenlere karşı sorumluluklarının bilincinde olsun, sürdürülebilir bir kalkınma için elinden geleni yapsın, bunu dostlar görsün diye değil, varlığının buna bağlı olduğunun bilincinde olarak.

Bunlar başarılı bir çocuk pardon marka yetiştirmek için benim önerilerim. Bence bu prensiplere sadık kalınırsa o marka tutunur, uzun ve sağlıklı bir ömrü olur.

[1] Bu arada anne babadan çocuğa DNA geçtiği gibi şirketten ve pazarlamacılardan da markaya karakter transferi olur. Bunu önceki yazılarımda değinmiştim, ilgilenirseniz:  http://brandtalks.org/2016/11/kultur-markanin-topragidir/ http://brandtalks.org/2016/12/kultur-markanin-topragidir-2/