Son yirmi yılda binden fazla iş insanıyla muhabbetim olmuştur. Bu deneyime yaslanarak Türk iş dünyasıyla ilgili yorum yapma yetkisini bulurum kendimde. Bulmasına bulurum da, memlekette bu tür yorumlar yapan danışmanların ciddi riskler aldığını da bilirim. Bugünkü eleştirim iş dünyasından çok hükümetin tercihleri üzerine olsa da, buna dahi bozulan iş adamlarımız olacaktır muhtemelen. Olsun. Ülkede durum hiç iyi gitmiyor ve bende sabır azaldı. O yüzden “inceldiği yerden kopsun” diyerek içimi dökmeye devam…

Bu yazının konusu, doğru iş insanlarını desteklemenin ülkenin geleceğinin tayin etmede çok kritik olduğudur. Türkiye’de yetenekleri bulup çıkarma konusundaki mekanizmaların yetersizliği, hatta yeteneklerin önündeki engellerin çokluğu da ikinci meseledir.

Öncelikle şunu belirteyim. “Bizim ülkedeki malzeme budur” türü çıkarımları, ucuz genellemeleri kesinlikle reddediyorum. Ülkemizde de dünyada da her türlü iş insanı vardır. Mafyasından hırsızına, hamalından vizyonerine, hepsine her yerde rastlanır. Burada kritik olan, iktidarların tercihlerini hangi tür iş insanlarından yana göstereceği, kimi destekleyeceğidir. Açıkçası dünya markaları çıkaramıyorsak, en önemli sebebi de bizdeki yanlı(ş) tercihlerdir. Kore modelinin başarısında, doğru grupların biraz da siyasi risk alınarak desteklenmesinin payı vardır.

Yine ezber bozarak devam edeyim, genel olarak iş insanlarının hükümete yakın olmaları da yadırganacak bir durum değildir. Güngör Uras usta yazar arada. Patronsun. Onca şirketin, yüzlerce-binlerce çalışanın, kredilerin, kamu kuruluşlarıyla ilişkilerin var. İş ilişkin olmasa bile bir çok konuda risklerin var. O yüzden kamuyu karşına alamazsın. Rifat Hisarcıklıoğlu kaç toplantıda söyledi iş adamlarına “denetimden korkmayan bir kişi var mı aranızda?” diye. Hiç el kalktığını görmedim. Çünkü ülkede yasalar ve teamüller öyle garip ki eğer size kafayı takan bir hükümet varsa mutlaka cezayı keser. Şirketiniz ne kadar düzgün çalışırsa çalışsın, bir açık bulurlar.

Ben karakterim ve özgüvenim icabı yandaş olmam, olamam ama yandaşlık ya da aşırı yakınlık da bir yere kadar anlaşılır. Bazı iş insanlarının özel bir becerisi, hayal gücü, vizyonu yoktur ve onların modeli siyasilere yakın durarak iş yapmaktır. Başka şansları yoktur. Bu insanlar hep vardır ve olacaktır. Mesele bu kategorideki iş insanlarını eleştirmek değil, hükümetin kime yakın duracağı, kimleri destekleyeceğidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sermaye birikimi ve sanayileşme kamu eliyle yapıldı. Sonrasında da kamu desteğiyle özel sektör oluşturulmaya başlandı. Bu dönemde Menderes’in de Demirel’in de elinden tuttuğu, desteklediği iş adamları vardı. Onların çoğu günümüzün büyük gruplarının kurucuları olan çalışkan, vizyoner, ilkeli insanlardı. Doğal olarak Ankara’ya yakındılar ancak bugün kimse çoğunun neden orada olduğunu sorgulamaz çünkü gerçekten de cesur ve yetenekliydiler.

is-adamları-brand-talks

Sonrasında Özal geldi ve iş dünyasına “yüzünüzü dünyaya dönün, Ankara arkanızda” dedi. Yeniliği, cesareti, global rekabeti teşvik eder bir tavırla yapıcı ve yaratıcı bir iş ortamı  yarattı. Ve seksenlerde palazlanmaya başlayan bu dönem iş insanları doksanlardaki bir çok başarılı girişimin fitilini yaktı. Türkiye o dönemde atağa kalktı. Mehmet Emin Karamehmet, Hüsnü Özyeğin, Erol Aksoy, Ahmet Nazif Zorlu, Ayhan Şahenk, Asil Nadir, Şarık Tara ve iş ahlakını savunacak değilim ama vizyonu tartışılmaz Cem Uzan o dönemin ürünleridir. Adnan Kahveci gibi parlak bürokratları da listeye eklemek lazım. Bu insanlar ülkeyi çok sayıda yenilikle tanıştırmışlar, markalar yaratmışlardır. Öncüydüler ve risk alıyorlardı. Karamehmet ile hükümetler arasında ne oldu ne bitti, ne hatalar yaptı o işleri hiç bilmem ama bugünün dev markaları Turkcell, Digiturk, Yapı Kredi, Superonline, Bilyoner ve Show TV’nin yarısı kadar marka başarısı olan biri var mı yeni nesilde? Yok.

Çünkü Özal sonrası dönemde iktidarlar tekrar “hoop dönün bakalım yüzünüzü Ankara’ya” dediler. Bugün iş dergilerinde kasılarak poz veren çok insan var ama fark yaratanı az. Şövalye bir ruhla dünyada markalaşma atağına kalkan, risk alan, iletişim yatırımı yapan, bu işten anlayan marka ekipleri kuran şirket sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Peki hükümetler yıldız peşinde değil de Türkiye’de hangi alanda yetenek avcıları, vizyoner sponsorlar var? Müzikte Sezen Aksu’yu, tiyatroda Yılmaz Erdoğan’ı sayarım. Onlar dışında genellikle alttan gelenleri ezen, rekabetçi bir iş yaklaşımı hakimdir sanat dünyamızda. Siyasette Özal dışında adam yetiştiren bir lider geldi mi? Hayır. Holdinglerde yönetici yetiştiren, kendinden sonrasını düşünen patronlar arasında Vehbi Koç’u başa koyar, bir kaç isim daha sayarım. Hadi medyada da Abdi İpekçi, Ertuğrul Özkök gibi birkaç örnek verelim yıldız avcısı olarak, hepsi o. Onlar dışında bu ülkede yetenek arayan, kendi yerine adam yetiştiren, alttan geleni destekleyen o kadar az ki. Yetenek Sizsiniz, O Ses Türkiye gibi yarışmaların birincilerinden bir tanesinin bile bir müzik kariyeri olabildi mi? Ben hatırlamıyorum ama aynı yarışmanın Amerika versiyonu yeni yıldızlar yetiştirip duruyor. Özetle sıkıntımız sadece dönemsel değil, kültürde de var ters bir şeyler.

Şimdi Kore mucizesi filan diyoruz ya, o işin iki ayağı var; Birincisi global şansı olan sektör ve  şirketlerin önünü açan bir siyasi irade, ikincisi bunları dünya ile rekabet ettirecek yöneticiler ve yaratıcı insanlar. Ama siz Türkiye’de bu tür sorgulayan, eleştiren, yaratan cesur insanların üzerini “Gezici” diye çizerseniz, yine Kore olabilirsiniz ama Kuzey Kore olursunuz.

Uludağ Ekonomi Zirvesi’ne iki yıl tam zamanlı katıldım. İlk sefer ilginçti çünkü bütün CEO’ları arka arkaya dinleme şansı bulmuştuk. İkincisinde biraz sıkıldım çünkü hemen herkes aynı şeyleri söyledi. Bu yılın programına baktım, yine aynı kişiler ve muhtemelen aynı şeyleri söyleyecekler. Çoğu değeri insanlar, tanıdıklarım ama aralarında beni heyecanlandıracak fazla isim yok. Gitmiyorum o yüzden. Tavşan dağa küsmüş, dert değil ancak burada esas mesele ülkemin geleceği adına şu sıralar bana heyecan verecek tek bir girişim olmaması. Sebebi de ülkeyi yönetenlerin tercihi.