Kim şu ?fenomenler?? Bloglar, (aslında bir mikroblog olan) Twitter, Facebook sayfalarındaki binlerce takipçileriyle internet fenomenleri olarak o ya da bu şekilde hayatımıza dahil oluyorlar. Birçoğu gezi, yemek, moda, müzik gibi konularda içerik geliştirirken bazıları sadece komik işler yapıyorlar; ya da tamamen kendi fan kitlelerine sahipler. Peki markalar ve blogların nasıl bir ilişkisi var?

Neden Bloglar?

Size blogçuluğun tarihini anlatarak ya da bunları sınıflandırarak canınızı sıkmayacağız. Her gün binlerce ziyaretçi alan bloglar, tüketiciyle ilişki kurmak için çok güçlü araçlar. Markaların da bu fırsatı yakalamak için harıl harıl çalıştığını tahmin edersiniz. Markalar takipçi sayısı ciddi sayılara ulaşan blogları yani ?fenomenleri? tercih ediyorlar. Eğer bloglarda hakkınızda çıkan gönderiler  pozitifse, bu ürününüz için harika bir viral pazarlama fırsatıdır. Yalnız, gönderi negatif ya da yanlışsa ve bunu son öğrenen kişi firmanızsa, zararın kontrolü çok zor olabilir (Pikas C.K., 2005).  Örneğin bir moda bloğunun takipçi kitlesini kendi markasıyla özdeşleştirebilen bir kot üreticisi, pek tabi blog sahibine kotunu giydirip fotoğrafını postlamasıyla yoluyla bir kazan-kazan ilişkisi kurabilir. Bu basitleştirilmiş örneğin altında aslında çok karmaşık bir mekanizma yatıyor.  Doğru bir blogçu-marka ilişkisi çok temel bir soruyla başlıyor (Bloglarda markanızla ilgili sizden bağımsız bir şekilde yayınlanan içerikleri; övgüleri, yergileri, şikayetleri, tavsiyeleri kontrol etmek başlı başına bir araştırma konusu olduğu bu yazıda ona değinmeyeceğiz.)

 

Temel Soru?

 bloggerlar-brandtalks           Markalar kendi beklentileri ve hedefleriyle oldukça meşgulken blogçuyu kendi eksenine katacağı bir iş ortağı olarak görmeye başlıyor. Gerçekte ise sizin hedefleriniz blogçular pek az ilgileniyorlar. Sorulacak asıl soru ?Blogçuların marka ilişkilerinde umrunda olan şey ne?? Onların ilgisini çekmek için nasıl bir iletişim kurmalı ve onların bloglarının değerini nasıl arttırabiliriz?  Halkla ilişkiler insanları ve pazarlama takımları bu sorularla hareket etmeye çalışıyorlar. Bakış açımızı blogçuların işini zenginleştirmeye çevirdiğinizde, yaptığımız iyiliğin geri dönüşünü de hakedeceğimizi unutmayalım. Peki bir marka bir blogla bağ kurmadan önce ve kurduktan sonra hangi doğru adımları atmalıdır?

Doğru Adımlar

  • Doğru yerde olmak ? En gerekli ve en doğru adım mutlaka bu olmalı. İyi bir araştırma yaparak markanızın konumlanacağı yeri doğru tespit etmek iyi bir başlangıç. Markanız blogla ne kadar ilgili? Blogçu sizden bahseden gönderiler oluştururken takipçilerinin hoşuna gideceğini ve ilgisini çekeceğini düşünüyor mu? Daha da önemlisi bu takipçiler sizin hedef müşteri segmentlerinizi temsil ediyor mu? Kullanabileceğiniz blog ve içerik tarama araçları: Feedster, PubSub, Bloglines, Waypath.
  • Blogçu farkındalığını anlamak ? Bir blogçuyla beraber çalışmak ve onun renkli dünyasına atım atmak bir marka için güzel bir deneyim. Yine de blogçunun kendi bloğu hakkındaki algısına dikkat etmek gerekli; takipçileriyle nasıl bir ilişki kuruyor? Egoistik mi? Sevgi dolu mu? Alçakgönüllü mü? Ukala mı? Bu dolaylı olarak markanızın da o insanlarla kurduğu ilişki olacak. Çünkü markanız riske atmaya değmez.
  • Kültürel ve düşüncesel farklılıklar konusunda hassasiyet göstermek ? Hiçbir aklı başında kürk markasının gidip de ?Civcivleri Kurtaralım? bloğunda var olmaya çalışacağını zannetmiyoruz. Yine de her işte olduğu gibi bunda da kültürel ve fikirsel taraflanmaları dikkate almak gerektiğini hatırlatmakta fayda var.
  • İçeriğin sıklığının denetlenmesi ? Markanız hakkında her gün mü gönderi oluşturulmasını istiyorsunuz? Bunu unutun. İtici bir fikir olmasının yanı sıra bırakın blogçular kendi işini sıkılmadan yapsın. Ayrıca blog takipçilerinde ?reklamlarını gözümüze sokmaya çalışan firma? fikrini yaratmak size insan kaybettirir.
  • Blogçuların faydaları ? Eğer orta düzeyde ?fenomenlerle? çalışıyorsanız, onlara para teklif etmeden önce iki kere düşünün. Bir çoğu ürettiğiniz ürünlerle, düzenlediğiniz etkinliklere katılımlarla ilgilenecektir. Karşınızdaki hayatını bloğu üzerinden kazanmadığı müddetçe para ilişkisi kurmak belki de o kadar iyi bir fikir değildir.

Blogçu-marka ilişkisini birinci ağızdan, blogçunun kendi cümleleriyle dinlemek için bir çoğumuzun twitter?dan tanıdığı Tan ile röportaj yaptık.

Birinci Ağızdan

Prialterno.com bloğunun sahibi olan Tan, bu konudaki deneyimlerini bize aktardı.

–          Tan kimdir?

22 yaşında, İTÜ İşletme Mühendisliği öğrencisi, alternatif kültür yanlısı, popüler kültüre karşı nötr, taklitten uzak müzik bloggerı.

–          Bloğundan bize bahseder misin? Hangi temalar etrafında dönüyor ve neler yayınlıyorsun?

Önümüzdeki günlerde blogumun 1. senesini kutlayacağız. Bir senedir sevdiğim, dikkat çekici ve ?seductive? soundları belli konsept ve mood içinde playlistler halinde takipçlerime sunuyorum. Güncel alternatif müziklerin yanı sıra takip ettiğim DJ ve yapımcıların remixlerine de yer veriyorum. Hazırladığım playlistleri de küçük prodüksiyonlu moda çekimleri ve/veya görsellerle destekliyorum.

–          Bir çok insan senden ?fenomen? olarak bahsediyor. Bir fenomen olmak hayatında neleri değiştirdi?

Fenomen olmanın büyüsü fenomen olduğunu fark edince kaçıyor sanırım. Bu yakıştırmadan kaçmak için her şeyi yapmış olmalıyım. Twitter?da takipçi sayısı yüksek olan herkesin ?fenomen? olarak adlandırıldığı dönemde, kendi takipçilerim arasında hitap etmediğimi düşündüklerimi engelleyip takipçi sayımı düşürmeye bile çalıştım. Nicelik değil nitelik bir yerde. Markaların viral kampanyaları oluştururken on binlerce takipçisi olan twitter kullanıcılarındansa daha düşük takipçili fakat belli bir segmente hitap eden bloggerları tercih etmesini mantıklı buluyorum bu yüzden. Bir fenomen değil de güzel bir kitleye hitap eden bir blogger olmanın zevklermi, düşüncelerimi paylaşmak ve bana açtığı kapılar açısından tatmin edici olduğunu söyleyebilirim.

–          Eminim sana bir çok markadan beraber çalışmak için teklifler geliyordur.

Bu konuda şanslıyım sanırım biraz. Proje ve teklif yağmıyor ama genelde çalışmak istediğim markalar kendileri bana geliyor. Kötü projeyle karşılaşmadım henüz o yüzden çok fazla ayıklama yapmama gerek kalmadı şimdiye kadar.

–          Peki kimlerle çalışacağını nasıl seçiyorsun? Seni çeken veya iten tavırlar neler oluyor?

Öncelikle çalışacağım markanın benim sanal imajımla çelişmemeli. Bir gün ?kamuflaj desen trendi artık bitsin? yazıp ertesi gün bir koleksiyonun kamuflaj desenli gömleğinin reklamını yapamam, bu noktada benim kişisel zevklerimle örtüşmesi önemli. Günlük hayatta satın almayacağım ya da tüketmeyeceğim bir şeyin tanıtımını yapmayı tercih etmiyorum. Sosyal medyaya dahil olmak isteyen kurumsal şirketler genelde ajans bazlı ilerliyor, ajanslarla iletişim daha kolay çünkü ne istediğimizi ve çalışma tarzımızı onlar daha iyi biliyor, iletişimleri de daha güçlü oluyor. Bu noktada da markanın hangi ajansla çalıştığı önem kazanıyor, öyle ki birkaç tanesinden gelen projeleri gözüm kapalı alabiliyorum.

–          Markalarla beraber çalışmanın sana faydaları neler oluyor?

Sevdiğim bir markayla özdeşleşmek hem marka aidiyetimi arttırıyor, hem de takipçi-blogger-marka bağını güçlendiriyor. 3 taraf da artıda. Takipçi içerik zenginleştikçe daha çok ilgi gösteriyor, blogger içerik ve proje ürettikçe daha fazla tatmin oluyor, marka da hitap etmek istediği kitleye en rafine kanaldan ulaşıyor. Ben bir markayla çalıştığımda benim takipçim olmayıp markanın takipçisi olan kesime de ulaşabiliyorum, en büyük faydamın bu olduğunu söyleyebilirim.

–          Markalara bloggerlarla ilişki kurma konusunda tavsiyeler verir misin?

Blogger ve twitterda geniş kitlelere hitap edenlerin bir mecra olduğu unutulmamalı. Bazen tek bir kişi onlarca kişinin çalıştığı tek bir dergiden daha çok kişiye ulaşabiliyor. Nasıl ki bir dergiye bütçe ayırdıktan sonra ?hadi bir sayfaya daha bizi koyuverin? denilemiyorsa, bloggera da ?hadi bir tweet daha at, instagramına da koy, facebook?undan da paylaş? gibi önceden belirlenen şartların dışına çıkılması beklenmemeli. Bir kişinin zevkleri ve kişisel vizyonunun markanın vizyonları ve görsel iletişimiyle uyuşmalı, böylece sonradan bloggerın getirdiği projenin zevksiz ya da markaya uygunsuz olması riski minimuma inmiş olur. Son olarak sosyal medyaya yeni giriliyor ya da kurumsal iletişimi çok iyi değilse markalar işi ajanslara bırakmalı.

 

“Eğer yazıyı beğendiysen, paylaşarak teşekkür edebilirsin”